Çağının vicdanı olmayı başarmış bir sanatçı: Ziad Rahbani

MÜZİK Güncel

Bir ülkeyi iyi anlamak için tarih kitaplarına bakmak, akademik bildiriler okumak, politik söylemler ile dolu makalelere göz atmak yeterli değildir. İyi anlamak; samimiyet ister, içinde özüne inmeyi, ruhuna dokunmayı ve empatiyi barındırır. Bunu yapabilmenin en doğru yolu, o ülkeye seyahat etmek hatta bir süre orada yaşamaktır. Kabul edelim, bu hemen hepimizin kolayca gerçekleştirebileceği bir yol değil. O zaman yolumuz o ülkenin yazılı ve sözlü edebiyatını, müziğini, sinemasını, sahne sanatlarını takip etmekten geçmeli. Çünkü o ülkenin sanatçılarından bazıları, eserleriyle salt geleneklerine ve ülke gerçeklerine dair çok şey söyler.

Lübnan’ın son yarım yüzyılına damgasını vuran Ziad Rahbani de kendi ülkesiyle ilgili çok şey söyleyen bir sanatçıydı. Bir besteciden, bir müzisyenden, bir hiciv ustasından, bir tiyatro yazarından ya da bir muhaliften fazlasıydı. Lübnan, 26 Temmuz 2025 sabahı yalnız bir sanatçısını değil; bir dönemi, bir kültür aktarıcısını ve bir barış elçisini de kaybetti. Ziad Rahbani, 69 yaşında, kalp krizi sonucu hayata veda etti. Cenaze töreninde yakın bir arkadaşı; onun son zamanlarını Gazze soykırımına, İsrail’in saldırılarıyla bölgenin sürüklendiği duruma, Lübnan’daki siyasi krizlere üzülerek geçirdiğini söyledi. Bu, onun insani ve vicdani duruşunu hiç değiştirmediğinin son göstergesiydi.

Ziad Rahbani’nin cenaze töreninde farklı mezheplerden çok sayıda Lübnanlı Hamra’da toplandı. Hayattayken en çok vurguladığı “birlikte olma çağrısı” dünyayla vedalaştığı gün gerçek oldu. Gencinden yaşlısına, Sünni’sinden Şii’sine, Ortodoks’undan Falanjist’ine imkânsız gibi görünse de tüm Lübnan’ı bir araya getirdi. Hizbullah’tan New York Times’a, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nden The Guardian’a, Le Monde’dan Al Jazeera’ya farklı dünya görüşlerinden pek çok kurum, kendisi için taziye mesajları yayınladı. Beyrut, onu müze duvarlarına yansıtılan konser kayıtlarıyla uğurlarken, yurtdışındaki sevenleri Lübnan lokantalarında şarkılarını söyledi. Ve Ziad Rahbani bize giderken bile Ortadoğu’nun sadece savaştan ve kandan ibaret olmadığını gösterdi. Tabii görmek isteyene…

Onu ayrıcalıklı kılan taşıdığı soyadı değil

Ziad Rahbani, 1 Ocak 1956’da Beyrut’ta dünyaya gelir. Annesi Arap müziğinin efsanevi sesi Feyruz, babası besteci ve müzisyen Assi Rahbani, amcası besteci Mansur Rahbani’dir. Annesinin sesi Lübnan’ın sabah ezgisidir, babası modern Arap müziğinin mimarlarındandır. Ziad işte böyle bir evde, Lübnan kültürü ve müziğinin içinde, bir odada ud tınıları diğer odada caz plakları dönerken büyür. Onu ayrıcalıklı kılan taşıdığı soyadı değil; genç yaşında yazdığı oyunları, yenilikçi besteleri ve politik tavrı ile kendi yolunu çizmesidir. Ziad Rahbani, ailesinden aldığı müzik mirasını yeniden yorumlar. Ona göre ailesinin şarkılarda anlattığı pastoral hikâye bir yere kadar gerçektir. Onun için ülkesinin asıl gerçeği; 15 yıl süren iç savaş, yolsuzluğa batmış bir hükûmet, ekonomik eşitsizlik, İsrail’in işgali nedeniyle evsiz kalan Filistinliler ve her şeye rağmen doğduğu topraklara bağlı insanlardır.

Ziad Rahbani’nin büyüdüğü Lübnan, 1975’ten başlayarak yıllar süren kanlı bir iç savaş yaşar. Bu karmaşa onun sanatını derinden şekillendirir. Eserlerinde yalnız kendi duygularını değil halkın acılarını, umutlarını ve kırgınlıklarını da dile getirir. Tiyatrosunu savaşın gölgesinde yarattığı cesur hicivlerle donatır. “Nazl el-Sourour”, “Bennesbeh La Bokra Chou?” ve “Film Ameriki Tawil” gibi oyunlarında mezhepçiliğe, adaletsizliğe ve siyasi kaosa meydan okur. Lübnan’ın karmaşık sosyal yapısını sahneye taşıyarak tarihe not düşer. Onun oyunları ve şarkıları, sadece eğlence değil; bir mücadele, bir uyanış çağrısı, bir terapi alanıdır. Seyirci sahnedeki karakterlerde kendini bulur, gülüp ağlarken bir yandan da kolektif yaralarını sarmaya çalışır.

Ziad Rahbani; klasik Arap müziği, caz, funk ve elektronik müziği ustalıkla harmanlar. Şarkılarında geleneksel melodiler modern düzenlemelerle buluşurken, sözlerinde toplumsal taşlamayla lirizm el ele verir. Annesi Feyruz’un sesiyle ölümsüzleşen bestelerinde de kendi sesiyle yayınladığı şarkılarında da hüzünle umudu bir arada taşıyan Lübnan ruhu vardır. Albümlerindeki “Wahdon”, “Maarifti Feek”, “Kifak Inta” gibi parçalar yalnızca müzik değil, politik birer ses de taşır. Rahbani “çağının vicdanı olmayı başarmış” nadir sanatçılardandır.

Lübnan komünist hareketine yakınlığıyla da bilinir; eserlerinde sık sık sınıf ayrımlarına, adaletsizliğe ve yozlaşmış siyasete göndermeler yapar. Onun için sanat, yalnızca estetik bir uğraş değil; toplumsal değişimin, farkındalığın ve muhalefetin de aracıdır. Müziğinin ve tiyatrosunun baskıya ve adaletsizliğe karşı bir duruş olduğunu şöyle ifade eder: “Ben ülkeyi değiştirmeye çalışmıyorum. Sadece bu ülkenin beni değiştirmesine izin vermemeye çalışıyorum. Eğer bunda başarılı olursam, benim zaferim olur. Önce kendime karşı bir zafer.”

Ziad Rahbani’nin öne çıkan bir diğer yönü politik duruşu ve sivri dilli mizahıdır. Sadece sahnede değil; radyo programlarında, makalelerinde, söyleşilerinde Lübnan toplumunu, siyasetçileri ve gündelik hayatı; alaycı, yer yer karamsar ama her zaman gerçekçi bir üslupla eleştirir. Pek çok konuşması onun keskin zekâsını ve mizahını yansıtır: Bir yandan “Bir halk bu kadar çok kahve içiyorsa, daha uyanık olmalı!” derken, diğer yandan “Yaşadıklarımız trajediyse, o zaman biraz gülmeliyiz,” diye ironiyle ülkesinin içinde bulunduğu duruma dikkat çeker.

Yerele sahip çıkarak küresel oldu

Ziad Rahbani’nin eserleri yalnızca Lübnan’da ve Arap dünyasında değil, küresel ölçekte de yankı bulur. Sahnelediği oyunlardan bazıları, Arap tiyatrosunun klasikleri arasına girer. Müziği ise farklı coğrafyalara ulaşarak Lübnan’ın evrensel melodilerinden birine dönüşür. Onun kalemi ve besteleri ne bir döneme ne de bir kategoriye sığar; kendi zamanının tanığı, kimi zaman da zamansız bir anlatıcıdır.

Müziğinde klasik Arap makamlarını Batı cazının özgür ruhuyla harmanlayarak “Oriental Jazz” adını verdiği bir tür yaratır. Bu yeni müzikal tarz, sadece ritimlerin birleşimi değil, aynı zamanda kültürel bir köprüdür. Kendisi de bunu şu sözlerle ifade eder: “Ben Charlie Parker, Stan Getz ve Dizzy Gillespie gibi bestecilerin müziğine hayranım. Ama benim müziğim Batılı değil, Lübnan’ın sokaklarında doğuyor.” Yani bir ayağıyla Ortadoğu’nun geleneksel melodilerine basar, diğeriyle New York’un caz kulüplerinde dolaşır. Ve bu iki dünyanın seslerini, aynı potada eritmeyi başarır. Şarkılarında Lübnan’ın hikâyesini anlatırken; savaşın gölgesinde mizah yapabilen halkı, aşkı, ayrılığı, göçü, politik eleştiriyi alır ve aynı bestenin notası yapar. Ziad’ın melodilerinde, darbukanın tok sesi ile caz trompetin sıcak soluğu yan yanadır. Bu, Doğu ile Batı’nın değil; adalet arayışıyla özgürlük hayalinin dansıdır. Ve belki de bu yüzden, şarkıları hem Beyrut sokaklarında hem Paris kafelerinde aynı duyguyla dinlenir.

O artık dünya sahnesi için bıraktığı eserlerle var olacak. Çünkü müzik en güçlü silahtır, en derin duadır, en uzun yolculuktur. Lübnan’ın, Ortadoğu’nun hatta dünyanın hiç bitmeyen karmaşasında; yeni nesiller onun şarkılarını dinleyecek, oyunlarını yeniden sahneleyecek. Ve elbet bir gün bu dünyada barış içinde yaşanacağı inancını, hiç kaybetmeyecek. Çünkü onun yeni dünya düzeninde eserleriyle gelecek kuşaklara bıraktığı miras tam da bu…

Ziad Rahbani’nin  Ayshe Wahda Balak parçasını dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=tSmkAq6sg10 

Kübra KURUALİ
Kübra KURUALİ

Medyada çalışmaya henüz İletişim Fakültesi öğrencisiyken 2004 yılında Kanal7 Haber’de stajyer olarak başladım. Mezuniyetimle birlikte Haber7 ve Ülke TV’de editör ve kurgu editörü olarak devam ettim. 2 ...

Yorum Yaz