Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Fütûhât-ı Mekkiyye’nin sadrımızı ve dimağımızı sarsan bölümlerinden biri, belki de en önemlisi aşk faslıdır. Türkçemize Aşk Risalesi (Ekrem Demirli) ve İlahi Aşk (Hamza Kılıç) tarafından bir risale olarak kazandırılan bu bölüm, yaradılış âleminin sebebi olan aşkı İbn Arabî’nin dilinden, gönlünden açıklar. Der ki hazret: “Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makamdır. Gene bil ki, sevgi varoluşun aslıdır.”
Sevginin bir temeli vardır: Allah kendini onunla tarif etmiştir. Vedud demiştir kendine. Talipler bu esmanın dairesine katılmak için büyük nefs mücadeleleri vermiş, kavuştukları makamdan bize nefesler ikram etmişlerdir. Mesela, Seyyid Nizamoğlu Seyfullah, “Yâ Rabbi aşkın ver bana / hû diyeyim döne döne” diye niyazda bulunmuştur. Eşrefoğlu Rumî, âşıkların evvela gözlerinden belli olduğunun altını çizerek “Zîrâ aktıkça gözümden kanlı yaş / hoş tesellîler gelir ben kuluna” demiştir. Niyâzî-i Mısrî’nin “Sevdim seni hep vârım yağmadır alan alsın / gördüm seni efkârım yağmadır alan alsın,” dizeleri, sevginin izhar oluşundan başka nedir?
Peki sevginin belirtileri nelerdir? İbn Arabî, “gönlünü ver, sonra da benliğin yok olsun,” diyor. Keşifler içinde tecellilerin tozu dumana kattığı, giderek aşkın kendini ortaya koyduğu bir yolculuk bu. Meylin, ilginin, alakanın, merakın adı sanı yok bu yolculukta. Aklı geride bırak diyor hazret, zira “akıl ile idare edilen sevgide hayır yoktur”. İnsana, tabiata ve sonrasında Hakk’a olan bu sevginin belirtilerinden birinde zefrât kavramını kullanıyor İbn Arabî. Yani, derin derin iç çekişler. Şöyle diyor: “Bu yıkıcı bir ateştir. Bir nurdur ki kalb onu taşırken daralır. Bu nedenle, devamlı ve yoğun bir şekilde âşığı saran üzüntü ve kederden dolayı, âşıktan derin derin iç çekişler duyulur. Derin derin iç çekmeler çıktığı için, tıpkı ateş yanarken işitilen çıtırtılara benzer birtakım hararetli ve hafif gürültülü sesler ve iniltiler duyulur. İşte bu seslere, zefrât denir.”
Sonra kemed diye tarif ettiği sevdâ vardır belirtiler arasında: kalbin en şiddetli hüznü. Gözyaşı yoktur henüz, ah’lar, of’lar bitmez, inleyip duran ve daima iç çeken âşık seyrinde bu hâl ile devam eder. Nühûl var, erime manasında. Gözdeki perde kalkıp, kalp gözü açılıp, eşyanın sırları birer birer ortaya çıkmaya başladığında âşık erir de erir. Allah’a verilen sözün hatırlanışı vardır bu demde artık. Cisim giderek sönükleşir, ruh bütün nuruyla çıkıverir ortaya. Burada da artık zübûl vardır, harab olma. Hakk’ın lütfettiği ilim ve marifet kazançlarından sonra, yani nimetlerden ve mutluluklardan sonra şükürle de âşık erimeye devam eder. Derken şevk çıkagelir; artık uyku, yemek veya diğer ihtiyaçlar unutulmaya başlar. İlahi sevgi, âşığı dört bir yandan kuşatıverir. Ayrılık korkusu bile kaybolur ortadan. “Biz ona şahdamarından daha yakınız,” sırrı aşikar olur. Hıyam, yani çılgınlık da burada başlar: müşahede edilen Hakk olunca, ârifler yerlerinde duramazlar. Ne söyleyeceklerini, ne yapacaklarını bilemez duruma gelirler. Her durumda Hakk’ın tecellisi hissedilince de derin derin iç çekmelerden gözyaşlarına, sözlerden şiirlere, seslerden nağmelere geçilir. Daire tamamlanmıştır: “Bilmelisin ki âlem küre şeklinde olduğu için insan sonundayken başlangıcına özlem duyar. Yokluktan varlığa çıkmamız O'nunla gerçekleştiği gibi yine O'na döneriz. Her iş ve her mevcut, kendisinden var olduğu başlangıca dönen bir dairedir.”
İlim sahipleri İbn Arabî okumanın zorluklarından hep bahsetseler de onu okumadan her şeyin yarım kalacağını da söylerler. Aynı durum Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî için de geçerlidir elbette. Çünkü bu isimler yolların üstündedir, yazdıkları kitaplar birer mürşid kitaptır. İnsan bir darlığın içindeyken de gönlüne safa katmak istediğinde de varlık dairesinin içinde kuvvet bulmak için onların eserlerine döner dururlar. Bu dönme, durma, yani devr-i daim; içinde nice sesleri barındıran bir âlemdir. Bu sesler, bugün yaşadığımız şehirlerde ve dinlediğimiz müziklerde sıkça maruz kaldığımız “gürültü tipi” seslerden değil elbette. İçinde ahengin olduğu, ruhu gönendiren sesler. Bunca kalabalığın içinden “o şarkı”yı, yani hakikatli nağmeleri çıkarabilenler de İbn Arabî’den, Mevlânâ’dan, hatta Hallac-ı Mansur’dan, Râbiatü’l-Adeviyye’den ilham alabiliyorlar. Başından sonuna bir rüya gibi albümler ortaya koyabiliyorlar. Tıpkı, Ensemble İbn Arabî gibi.
Hakikatin nağmeleri
Ud, keman, ney, kanun, bendir, def bir araya gelip de buna vokalin deruni sesi de eklenince, nasıl büyüleyici bir atmosfer çıkmasın ki? Chants Soufis Arabo-Andalous (Arap-Endülüs Sufi İlahileri) albümü, besmeleyle başlayan açılışıyla birlikte insanı bütün sufilerin yürüdükleri yollara götürüyor. Bağdat, Şam, Endülüs insanın hayal dünyasına ayaklarını seriyor, dinleyeni kalbinden vuruyor. İçinde başta İbn Arabî olmak üzere pek çok sufinin sözlerinin keşfedilebileceği albümde “Leila a pris ma raison” (Leyla benim aklımı aldı) diye bir eser var ki baş kulağıyla değil gönül kulağıyla işiten herkesin yüreğini muhabbet ateşiyle yakar. Bu eseri dinlerken kendi kendime söylenmiştim, “Allah resmen, ‘Benim olmadığım hiçbir şey yok, hiçbir yer yok, ses yok, zaman yok’ diyor her seferinde. Bunu dilediği yerden, dilediği biçimde söylüyor, söylettiriyor. Bir udun telinden, bir solistin dilinden. Sanki bütün kainatın, yani varlık âleminin bin rengi, bir oluveriyor hakikatli nağmelerin içinde. İnsan böylesine pek hazırlıklı olmadığından gafil avlanıyor. Bu iyi bir avlanmadır, çünkü hakikatin avladığı için muhakkak terbiye olunacak, tamir olunacak bir vesile vardır. Yeryüzüne nefes ve can taşımak üzere gelmiş her şey, tamamlanmaya gelmiştir. Müziğin de bu tamamlanma sürecimiz içinde büyük rolü vardır. Ensemble İbn Arabî dinlerken bu gerçeği hissetmemek mümkün değil.”
Çetrefilli metinler okurken müzik dinlemek zordur. Ama bazen gireceğimiz türbülanslardan sağ salim çıkabilmek için başka bir sese, söze de ihtiyaç duyarız. İşte böylesi zamanlarda da rahatlıkla dinlenebiliyor albüm. Bazen tasavvufi kitaplar okurken içimize basan harareti savuşturmak isteyebiliriz. Bunun için çoğu zaman mola veririz, çay-kahve içeriz, dumanımızı atarız, bir nebze kendimize geliriz. Ensemble İbn Arabî’nin “Chants Soufis Arabo-Andalous” albümü hem birbirini nefis derecede tamamlayan enstrümanların bir araya gelişiyle hem de vokalin sesiyle, dini metinler okurken hoş sesler arayanların işini güzelleştiriyor. Son zamanlarda en sevdiğim şeylerden biri bu albümü dinlerken Esma-i Hüsna şerhleri okumak. Gazzâlî’nin, İbn Arabî’nin, Konevî’nin. İnanın, anlamak kolaylaşıyor. Tam o anda Hâdi ismiyle tecelli etse neler olur? Konevi şerhiyle bitireyim: "Kalpleri marifetine, nefisleri itaatine, sevdiklerini yakınlaşmayla kendisine, âlimleri işin gerçeğini müşahedeye ulaştırandır."
KAREKOD
Ensemble İbn Arabî’nin Chants Soufis Arabo-Andalous’un linki: https://www.youtube.com/watch?v=6Dl6xdEm0-M&list=PL1Dve7BJMz222sOuCKHWTvhcfCcIAC8Nl
Yorum Yaz