Gelenek sürdürülürse anlam ifade ediyor

Güncel GELENEKLİ SANATLAR

 

Cam Sanatçısı Agâh Barış Can Aksakal: “Geleneklerimizi kesinlikle yaşatmalıyız ve üstüne koyarak daha iyisini düşünerek her zaman, her koşulda devam etmeliyiz. Çünkü gelenek sürdürülürse bir anlam ifade ediyor. Biz çağdaş cam ustaları olarak elimizden geldiğince bu formatları bir şekilde yaşatmalıyız, diye düşünüyorum. Bunun içinde yeni form önerileri, tekniklerin farklı açıdan değerlendirilmesi gibi etkenleri söyleyebilirim.”

Ülkemizde ve dünyada oldukça geniş bir tarihi geçmişi sahip olan cam sanatı günümüzde de hâlâ varlığını korumaya devam ediyor. Anıtsal eserlerden sofra takımlarına kadar birçok alanda kullanılan cam, Türkiye’deki köklerini ise Selçuklu Dönemi’nden aldığı biliniyor. Teknolojik gelişmeler her sanatı etkilediği gibi cam sanatını da etkilemesiyle cam sanatında da değişimlerin olduğunu söylemek mümkün. Çağdaş cam sanatının hız kazanması ve nefis eserlerin ortaya çıkmasıyla birlikte öne çıkan cam sanatçılarından Agâh Barış Can Aksakal ile sohbet etmek istedik. Hem kendisini tanıdık hem de cam sanatı hakkında bilgiler edindik. Aksakal ile yaptığımız röportajımız Litros Sanat’ta.

Çağdaş cam sanatıyla ilgilendiğinizi ve bu alana yönelik eserlerinizin olduğunu biliyoruz. Cam sanatına nasıl başladınız? Başlamanızı etkileyen faktörler nelerdi? Neden camı seçtiniz? 

1989 yılında Aydın’da doğdum. Annemin hâkim ve mesleği gereği ilkokulu Manisa’da okudum. Ardından ortaokul ve liseyi Aydın’da tamamladım. Aydın Güzel Sanatlar Lisesi’nde okurken okulumuz bir gün Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ne gezi düzenledi. Cam sanatıyla ilk orada tanıştım. Tanıştığım andan beri çok sevdiğim bir sanat oldu çünkü çalışırken bir takım çalışması var ve sürekli oturup çalıştığınız bir iş değil aynı zamanda ayakta da çalışabiliyorsunuz. Düzenlenen bu gezi sayesinde kararımı verdim ve dedim ki, “Tamam ben bu işi yapacağım.” Cam sanatını görmeden önce de grafiker veya karikatürist olurum diye tahmin ediyordum. Sanata karşı hep ayrı bir ilgim vardı ama cam sanatı çok hoşuma giden bir sanat dalı oldu. Liseyi bitirdikten sonra Anadolu Üniversitesi cam bölümüne girip eğitim almaya başladım. İlk senemde birlikte çalıştığımız ustam çok iyi bir ustaydı. Geleneksel motifimiz “Çeşmi Bülbül” de oldukça iyiydi. Ben de o sıralar bilgisayardan araştırmalar yapıyordum. Yurt dışı cam sanatı örneklerine baktım. Heykele zaten oldum olası bir hayranlığım vardı. Fakat baktığım örneklerin hepsi çok güzel olmasına rağmen Türkiye’de yapılmadığını gördüm. Tam bu yıllardaysa Cam Ocağı Vakfı’nı keşfettim. Üniversitedeki bölüm başkanımızın referansıyla Cam Ocağı Vakfı’ndan burs almaya hak kazandım. Cam Ocağı’na girmemle beraber sadece ülkemizdeki değil yurt dışındaki cam ocaklarını da keşfetmeye başladım. Hal böyle olunca yurt dışı maceram da bu noktada başladı. Çeşitli hocalardan eğitimler alarak özellikle alanında uzmanlaşmış kişilerden eğitimler aldım. Corner Museum aydınlandığım bir yer oldu diyebilirim. Çünkü 1960’larda başlayan stüdyo cam hareketinin sanatçıları yaptıkları işi muazzam bir kayıtla kaydetmişlerdi. Neredeyse tüm zamanım bu kayıtları izleyerek geçti. 

O yıllarda Türkiye’de cam çok fazla bilinmiyordu. İkinci sınıfı bitirdiğim o dönemde yaşadıklarımın sonucunda cam heykel alanında çalışmaya karar verdim. Serbest cam şekillendirme alanında çalışmak ve kendimi geliştirmek için büyük bir arzum vardı. Bu güzel duygularla mezuniyet seneme geldiğimde ise önümde iki seçenek vardı. Ben akademisyen olmayı çok istiyordum çünkü düşünün ki bir alan var, malzeme var fakat akademik külliyat zayıf ve ilk hocaları da seramik hocaları. Mezun olduktan sonra bu işin ikinci hocaları olacağımız fikri beni çok heyecanlandırıyordu. Bir başka seçeneğimse yurt dışına çıkmaktı ve çıktım. Hollanda’ya gittim fakat yapamadım. Bir söz okumuştum “Üstünde gezindiğin toprak canından kıymetli değilse orası vatanın değildir,” diyordu. Sanırım bu söz hem duygularımı özetliyor hem de neden burası gelişmesin, neden Türkiye’de sanatımı icra etmeyeyim diye düşünüyordum. Tüm bu güzel duygularla akademisyen oldum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde hâlâ akademisyenlik yapmaktayım. Ben her zaman görünür olmak demeyeyim de katılmak istedim. Herkese her şeye ulaşabilmek istedim ve ulaşabildiğim kadar insana ulaşmaya çalıştım, çalışıyorum. 

Çıkaracağım iş beni yansıtmalı 

Cam sanatının ince işçilikleri olan bir sanat dalı olduğunu biliyoruz. Siz bu sanatı icra ederken nelere dikkat ediyorsunuz? Süreç nasıl ilerliyor? 

Fikrin orijinal olmasına çok dikkat ediyorum. Aynı zamanda çıkaracağım iş beni yansıtmalı. Rastlantısallığı hiç sevmem o yüzden her şey planlı olmalı ve güzel olmalı. Eserlerimde özellikle pozitiflik benim için çok önemli. O yüzden somurtkan yüzlere yer vermem çünkü zaten gün içinde fazlasıyla öyle oluyoruz, bir de heykellerim somurtsun istemiyorum. Kullandığım malzemelerin kaliteli olmasına da ayrıca özen gösteriyorum. Pencere camından da heykel yapabilirsiniz. Ama bunu tercih etmeyip gerçek anlamda para harcanan camları ve renkleri de kullanabilirsiniz. Ben bunu seçiyorum. Çünkü üretmek kolay fakat bir fikri beğendirmek oldukça zor oluyor. Mesela bir sergide eserin fotoğrafını çektirmek gibi eserle insanın arasındaki etkileşime gayret ederek üretiyorum. İşçilik bakımından da sıcak cam şekillendirme teknikleri doğası gereği zaten hızlı bir şeydir. 1180 derece sıcaklıkta çalışarak eserlerimizi ortaya çıkarıyoruz. Bir heykeli sıkı bir çalışmayla günde 7-8 saat harcanarak çıkarabiliyoruz. Bakıldığında kısa bir süre gibi geliyor olabilir fakat cam hızlı çalışan bir sistem olduğu için pek de öyle değil.

Geleneğimizi yaşatmalıyız 

Geleneksel cam ustalarından daha farklı eserler ortaya çıkarıyorsunuz. Geleneksel cam sanatından beslenilmeli mi yoksa tamamen ayrılmalı mı, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Öncelikle Türklerde cam sanatı bizim ülkemize mal olmuş, Mehmet Efendi tarafından üretilen boğazın mavi ve beyazından esinlenerek çıkarılan bir kültür projesidir. En önemli ve en bilinen motifi Çeşmi Bülbül de bir teknik değil filigrandır. Çeşmi Bülbül bir kültür projesi ve yıllarca Osmanlı’da yapılmış Türkiye’de de Mustafa Kemal’in girişimleriyle Yusuf Görgüz zamanında hayata geçirilmiştir. Çeşmi Bülbül tekrar canlandırılan hayat verilen bir figürdür. Bu sebeple geleneklerimizi kesinlikle yaşatmalıyız ve üstüne koyarak daha iyisini düşünerek her zaman, her koşulda devam etmeliyiz. Çünkü gelenek sürdürülürse bir anlam ifade ediyor. Paşabahçe’de gördüğünüz motifler klasik formatlar olarak karşımıza çıkıyor. Biz çağdaş cam ustaları olarak elimizden geldiğince bu formatları bir şekilde yaşatmalıyız, diye düşünüyorum. Bunun içinde yeni form önerileri, tekniklerin farklı açıdan değerlendirilmesi gibi etkenleri söyleyebilirim. Benim bir çalışmam var belki arkadaşlarımıza da örnek olur. Kardeşimle birlikte geleneğimizi de yaşatmak için bir marka kurduk. Çeşmi Bülbül’ü çalıştığımız markanın adını da “Gelecekten Geleneğe” adıyla taçlandırdık. Çeşmi Bülbül gibi özel bir motifi hem dekor hem de kullanım eşyası bazında yeni tasarımlarla bir seri oluşturduk. Bunu biz yaptık, ben yaptım. 

Örnek aldığınız, etkilendiğiniz veya ilham kaynağı olarak gördüğünüz birileri ya da herhangi bir şey var mı diye sorsam ne dersiniz?  

Aslında her ne kadar bir şeylerden etkilenmemeye gayret etsem de maalesef ki oluyor. Hatta görsel mecralara çok bakıyorum. İnternet elimizin altında olduğu için sık sık takip ediyorum. Bunun içinde benim bir listem var. Gördüğüm ve çok beğendiğim işler olunca yapmamak için not alıyorum. Aslında bir nevi yapmamam gereken işler listesi oluyor. Çünkü benim yaptığım işler buna benzemesin dediğim çok iş oluyor. Ama tabii ki ister istemez insanlardan ilham alıyorsunuz. Ben mesela Ross Richardla çalıştım. Üslup olarak eserlerimin biraz da olsa onunkilere benzediğini açık yüreklilikle söyleyebilirim. Çünkü bana serbest şekillendirme tekniğini öğreten oydu ve bu tekniği yaparken altı yerden camı çekiyorsunuz, ister istemez benziyor, keza o da aynı teknikle yapıyor. Ondan farklı olarak cam heykelin kafa ve göz proporsiyonları ile oynayarak ondan uzaklaşıyorum. Kendi çizgimi bulup ona doğru evrilmeye çalışıyorum. Sıcak cam serbest şekillendirmeleri bana özel bir teknik değil fakat sıklıkla kullandığım bir teknik. Uygulama kısmından önce de dikkat ettiğim birkaç bir şey oluyor. Yaptığım işleri önce çiziyorum ve planlıyorum. Hiçbir zaman çizmeden tezgâha oturan insanlardan olamadım. Onun haricinde de kendi alanımda Mustafa Ağatekin’in işlerini çok beğeniyorum. Onun öğrencisi olma şerefine de erişmiş biri olarak söyleyebilirim ki işlerini çok başarılı buluyorum. Modelaj hareketlerim de kendisinin yaptığı işlere benzediğini söyleyebilirim. Kendimi de Mustafa hocanın devamı gibi görüyorum. Son olarak da şunu demeliyim ki kendi düşüncelerimden başka hiçbir şeyden ilham almıyorum. 

Eserlerinizde yeri ayrı olan veya ustalık eseri diyebileceğimiz bir eseriniz var mı? Varsa hikâyesini bizimle paylaşır mısınız? 

Ustalık eseri diyemem fakat diğer işlerimden daha ayrı bir yere sahip işim mevcut. Fikren çok hoşuma gitmişti ve biçimsel olarak da ortaya çıkışının iyi olduğunu düşünüyorum. “Yağmur” adlı bu işimin hikâyesiyse şöyle başladı. Ben Yüzüklerin Efendisi hayranıyım. Konuşma becerilerimizi geliştirmek için ngilizce kursuna gittiğim yıllarda hoca dedi ki, bol konuşmalı bir dizi seri veya film bulun ama bol konuşmalı olsun, ölene kadar da bunu izleyin demişti. Yüzüklerin Efendisi de üç bölüm olduğu için cd’sini alıp sürekli olarak onu izliyordum. En sevdiğim bölüm olan 2. bölümdeyse Rohan kalesine ork ordusu saldırıldığından insanların umutları bitmiş haldeler. Bir kale suru var ve kral orada bekliyor. Ya gidecekler ya da ölecekler o gece. Son anda elfler gelip yardım ediyor ve kapı açılıyor, nasıl oluyor bu an diye tüm insanlar surlara dikiliyor. Rohan Kralı böyle bir bakıyor ve ilk ok atılıyor. Ardından yağmur yağmaya başlıyor ve kral şöyle diyor: “Başlıyor”. Bu sahne beni çok etkileyen bir sahneydi. Bende buna dayanarak başında kocaman bir su damlası olan ve gözleri kapalı bir heykel yapmıştım. Binlerce yağmur damlası olsa da yağmurun hissettirdiği şey hep aynıdır. Dediğim gibi belki ustalık eseri değil fakat hikâyesini bu kadar çok anlattığım tek eserim olabilir. 

Mutlu olacağınız habitatı oluşturun

Sizinle aynı sanatı icra eden genç arkadaşlara tavsiyelerinizi sorsam neler olur? Onlara ne söylemek isterseniz? 

Herkese önce mutlu olması gerektiğini tavsiye ederim. Bunun içinde iş seçiminiz çok önemli. Yaptığınız iş her ne olursa olsun önce o işten mutlu olup olmayacağınıza bakın. İnsan habitatını çok iyi yaratmanız gerekiyor. Çevrenizi de buna göre kurgulamalısınız. Mesela her zaman üreten kendini her anlamda geliştiren kişiler arkadaşlarınız olmalı. Ben kendimde bunu yapıyorum. O yüzden benim genç arkadaşlarıma en güzel tavsiyem şu olur. Çevrenizde hayatınıza dokunacak faydalı insanları bulundurun. Aile ilişkilerinize de oldukça önem verin. Vatanınızı ve milletinizi her zaman çok sevin. Çok sevdiğim de bir söz vardır: “Vatanını en çok seven işini en iyi yapandır.” Kulağınıza küpe yapıp sözlere önem verin. Her zaman üretin ve mutlu olacağınız ortamı yaratın. 

Helin GÜVEN
Helin GÜVEN

  Gazeteci ve editör. 4 Temmuz 2001 yılında İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini İstanbul Arel Üniversitesi’nde %100 başarı bursu ile tamamladı. Yeni medya ve iletişim mezunu, sektördeki ilk staj eğit ...

Yorum Yaz