Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Yahya Kemal, “Bizim romanlarımız şarkılarımızdır.” der ya hani, masallarımızın da onlardan aşağı kalır yanı yoktur. Hatta 1960 sonrası romanımıza yön veren postmodern eğilimlerin, şarkılardan daha çok masal ve menkıbe gibi geleneksel nesir formlarından beslendiği muhakkaktır. Sadece bizi mi? İşte Binbir Gece Masalları. Edebiyatın Moğol tufanı gibi önce Doğu’yu ve akabinde Batı’yı tahakkümü altına almış ve üzerine yapılan bibliyografyalar dolusu çalışma ve metinler arasılığın hız kazandığı 20. asrın ikinci yarısı edebiyatının, gerek ismine gerekse muhteviyatına ve hatta tekniğine yaptığı onlarca atıf ile âdeta bir kutsal metin hâline gelmiştir. Bugün bu çeşit bir eseri inceleyeceğimi söyleyebilirim. Tûtînâme, Binbir Gece Masalları tarzına ilgi duyan yahut onu merak eden okurlar için bir bakıma özet niteliği taşır. Buyurun tafsilatına.
Tûtînâme, işin doğrusunu söylemek gerekirse imece usulüyle tertip edilmiş, günümüz tabiriyle kolektif bir eserdir. Şark edebiyatının bu en çok okunan eserlerinden biri aslında Hint diyarına dayanır. Bu coğrafyalarda neşet eden bir eserin ana kahramanının papağan olmasına şaşmamalı. Zira herhangi bir genel kültür ansiklopedisini kurcaladığınızda papağangiller adlı kuş ailesinin büyük bölümünün sıcak bölgelerde yaşadığı bilgisine erişirsiniz. Sanskritçe aslının ismi Şukasaptati’dir. “Papağanın Yetmiş Masalı” olarak çevrilen Şukasaptati, Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisinde yer aldığı için Türkçe olarak da okunabilmektedir. Bu Hint versiyonunun Tûtînâme’den daha pervasız ve müstehcen olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim bu bakımdan Decameron öykülerini andırdığı iddia edilebilir. Ona sufiliği katan ve ahlaki bir çehre kazandıran İranlı Ziyaeddin Nahşebi olmuştur. Nitekim tasavvufun membaı da İran coğrafyasıdır. Nahşebi metni Farsçaya çevirirken bir mütercimden ziyade bir editör gibi davranmış ve metne manzum kısımlar ilave etmiştir. Ayrıca metni gece isimli kısımlara bölen de Nahşebi olmuştur. Nitekim kendisinden önceki çalakalem tercümenin yerini Nahşebi almışsa da ağdalı dili zaman içerisindeki okur için bir handikap hâlini almıştır. Papağan kitabı olarak Türkçeye çevirebileceğimiz Tûtînâme -ki Türkçeye dudu olarak geçen bu ad kadınlara isim olarak verilmektedir- Gölpınarlı’nın savı odur ki, ilk kez Kanuni Sultan Süleyman döneminde Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu bakımdan bilinirliği hayli eskidir. Filhakika, eserin sanatla temeyyüz edişi de o yüzyıla rastlar. Babür’ün torunu Ekber Şah’ın emriyle metin yeniden çevrilir, minyatürlerle bezenir ve belki de böylece bir Maşrık klasiği hâline gelir. Bugün Doğu dillerinin dışında İngilizceden Almancaya, Fransızcadan İtalyancaya kadar birçok Batı diline tam metin olarak tercüme edilmiştir.
Tûtînâme, sahibine sadakatini ispatlamak maksadıyla otuz gece boyunca türlü hikâyelerle sahibinin eşini oyalayan ve böylece onun âşığıyla buluşmasını engelleyen zeki bir papağanın öyküsüdür. Çerçeve anlatı dediğimiz, hikâyenin içine hikâyenin eklendiği ve böylece döngünün yaratıldığı bir teknikle meydana getirilmiştir. Bu bakımdan Şehrazad’ın yerini akıllı papağanımızın aldığı söylenebilir. Keza birçok Doğu meselinde papağanlar karşımıza sivri zekâları vurgulanarak çıkarlar. Büyük heccav Nef’î, “tûtî-yi mucize-gûyem” diyerek kendini mucizeli sözler söyleyen bir papağana benzetir. Divan şiirinde, “tûtî-yi şeker-ha” (şeker çiğneyen papağan) ifadesi güzel konuşan sevgilinin kastedildiği yaygın bir istiaredir. Bunlar dışında şarap da bilinçaltını ortaya dökmesi ve insana konuşma serbestliği vermesi hasebiyle zaman zaman tûtîye benzetilmiştir. Kitabımızın hünerli ve işbilir papağanı da (ki isminin tûtî-i kâmil olması boşuna değildir) her gece ilgi çekici bir yahut birkaç hikâye anlatarak, Tacir Said’in karısı Mâh-ı Şeker’in evden çıkmasına mâni olur. Sahibesi karşısında hiçbir gücü ve kudreti olmayan tûtî, belagatin büyüsüne sığınır. Sözde seste bir tılsım vardır. Tahkiyeyi bölmek aklın âdeti değildir. Nitekim papağan da, antik dönemin unutulmaya yüz tutan menkıbe ve kahramanlarını, hikmetli sözler ve tasavvufi remizlerle birleştirerek kıssadan hisse geleneğine uygun düşecek bir öykü koleksiyonunu tekellüm etmiştir. Kitabın sonu elbette tahmin edilemez değildir yahut tekst bir “Katil kim?” gizemi barındırmamaktadır ve fakat Tûtînâme’nin en cezbedici tarafı da belki burada saklıdır. O klasik zamanların aheste netliğiyle örülüdür. İnsanı insan kılan -çoğu kere- evrensel değerleri tarihsel bir metotla vazeder. Cüneyd-i Bağdadî, Bâyezid-i Bistâmî, İbrahim Edhem gibi tasavvuf tarihinin ulu erenlerinin yahut Şam, Belh, Horasan gibi coğrafyaların anılması bu anonim eserin İslam kültür dairesinde yepyeni bir kisveye büründüğünü göstermektedir.
Kitaptan onca bahsedip, bu eseri Latinize eden ve sadeleştiren Behçet Necatigil’den bahsetmezsek nankörlük göstermiş oluruz. Necatigil, bunlarla da yetinmemiş ki yedi sayfalık bir takdim kaleme almış. Onun talebesi Hilmi Yavuz da 3 sayfalık bir Sunuş ile sizi Necatigil’e hazırlıyor denilebilir. Sözün özü, metne her bakımdan vâkıf olduğunuzda bilge tûtî ile karşılaşıyorsunuz. Necatigil sadeleştirdi dediysek bunu yanlış tabir etmeyin. Ortada yavan bir dil yok, zaman zaman Doğu Türkçesi tadı veren ek ve kelime tercihleri bile mevcut. İlaveten, minyatürler ve dipnotlar da kitaba bir zenginlik katmış. Zira eserde ayetlerden hadislere, Divan şairlerinden kapalı anlamlara değin izaha muhtaç birçok unsur böylece vuzuh kazanmış.
Bazen aklıma düşer. Sözgelimi kültür tarihimizin en kıymetli insanlarından Evliya Çelebi’nin kitaplığını hayal edin. (Allah affetsin, kitap müptelaları başkalarının kitaplığını düşünmeden edemez.) O kitaplıkta hangi eserler mevcuttu? Yani Derviş Mehmed’i Evliya Çelebi yapan metinler hangileriydi? Bunun benim nazarımda bir kıymeti vardır. İşte o kitaplardan biri de Tûtînâme’dir. Padişahından seyyahına dek mürekkebi mukaddes bilen herkes için müşterek reçetelerden biri bu kitap olagelmiştir. Hint sembolizmi, İran sufizmi, Türk şiiri ve Timur ekolü minyatürcülüğü işbu kitabın sayfalarında dercedilmiştir. Ve “erteleyenler helak olmuştur”.
Yorum Yaz