Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Bizler gözümüzün önündeki çocuklarımızı ne kadar tanıyoruz? Onlarla, sorunlarıyla, dertleriyle ne kadar ilgileniyoruz? Oysaki hepimizin çocukluğu benzer yollardan geçiyor. Kimimiz biraz daha fazla hırpalanıyoruz. Kimimiz ise daha kolay atlatıyoruz. Çocuklarımızın ve çocukluğumuzun nasıl geçtiğinin biraz psikolojik bir analizi biraz hatırlarını oluşturan Hayal Kırıklıkları Atlası kitabını yazar Kenan Bölükbaş ile konuştuk. Karakterimiz Sami’nin hayat boyu yaşadığı travmaları, zorlukları, mücadelesini anlatan bu kitabı bir de yazarının gözünden inceleyelim istedik. Yazar Kenan Bölükbaşı ile yaptığımız “Hayal Kırıklıkları Atlası” kitabının röportajını sizler için Litros Sanat’ta derledik.
İlk romanınız olan “Hayal Kırıklıkları Atlası” kitabını yazmaya nasıl karar verdiniz? Bu yola sizi çıkaran sebepleri bizimle paylaşır mısınız?
“Hayal Kırıklıkları Atlası”nın kökleri, çocukluk ve gençlik yıllarımdan beri içimde biriken duygulara, gözlemlerime ve yaşadıklarıma dayanıyor. Hepimiz hayatın farklı dönemlerinde hayal kırıklıkları yaşarız; bazen bir dosttan, bazen ailemizden, bazen de büyük umutlarla adım attığımız yollardan kaynaklanır. Ama beni bu kitabı yazmaya iten asıl şey, hayal kırıklıklarının sadece acı veren değil, aynı zamanda büyüten, olgunlaştıran ve insanı kendine yaklaştıran bir tarafı olduğunu fark etmem oldu.
Bu fikri bir çocuğun dünyasında, onun gözünden anlatmak istedim çünkü çocukluk, hayal kırıklıklarının en saf ve en güçlü hissedildiği dönem olduğunu düşünüyorum. O yaşlarda yaşadığımız hayal kırıklıkları bazen ömür boyu süren izler bırakır, bazen de karakterimizin temel taşlarını oluşturur. Bu kitabı yazarken, o izleri takip ettim ve bir çocuğun hayal kırıklıkları karşısında nasıl bir dünya kurduğunu, bu dünyayı nasıl şekillendirdiğini anlatmaya çalıştım. Sonuçta herkesin kendi çocukluğundan bir parça bulabileceği, belki kendi hayal kırıklıklarını yeniden hatırlayacağı ama aynı zamanda onlarla yüzleşip anlamlandırabileceği bir roman ortaya çıktı.
Tam ortasında olmalarına rağmen ne kadar uzak olduklarını anlatmak istedim
Çocukluğundan gençliğine kadar geçen hayatın Sami’de bıraktığı izlere ve tokatlara şahit oluyoruz. Hayatı boyunca başta babası Mehmet olmak üzere birçok kişiden darbe yiyen Sami karakterini yazarken nelerden yola çıkarak yazdınız? Sami gerçek hayattan ve hikâyeden oluşturulan bir karakter midir?
Sami, gerçek hayattan izler taşıyan ama tamamen birebir bir kişiye dayanmayan, birçok çocuğun yaşadığı ortak duyguları ve deneyimleri içinde barındıran bir karakterdi. Onu oluştururken kendi çocukluk anılarımdan, dinlediğim insan hikâyelerinden ve şahsi gözlemlerimden beslendiğimi söyleyebilirim. Özellikle köyde büyüyen bir çocuğun dünyaya bakışını, hayalleriyle gerçekler arasındaki mesafeyi, hayal kırıklıklarını ve yetişkinlerle kurduğu karmaşık ilişkileri anlatmak, çocukların, yaşadıkları her şeyin tam ortasında durmalarına rağmen aslında pek çok şeye ne kadar uzak olduklarını göstermek istedim. Örneğin, Sami’nin Samsun’u hiç görmediği halde televizyondan izlediklerine bakarak Dallas’a benzetmesi de bunun bir yansıması. O, dünyayı kendisine anlatılanlardan, gördüğü küçük karelerden ve hayallerinden inşa eden bir çocuk. Bu yüzden onun gözünden anlatılan hikâyenin, okura çocuklukla ilgili farklı bir pencere açmasını amaçladım.
Sami’nin babası Mehmet ve çevresindeki diğer yetişkinler, aslında hepimizin tanıdığı insanlar. Çocuklarını sevdiklerini iddia eden ama bunu göstermekte zorlanan, sevgisini disiplinle karıştıran ya da kendi hayal kırıklıklarını çocuklarına yansıtan babalar, amcalar, öğretmenler… Sami, hayatı boyunca bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu sadece onun hikâyesi değil, aynı zamanda birçok insanın çocuklukta yaşadığı ama belki hiç konuşmadığı hikâyelerin toplamı.
Çocuklar kendi kendilerine yetmek zorunda kalıyor
Çocuklarını unutan bir babanın daha doğrusu sevginin, ilginin ne olduğunu bilmeyen bir babanın ve sözü geçmeyen bir annenin bulunduğu evdeki çocukların psikolojisini anlatan bu kitabın günümüzdeki karşılığını nasıl değerlendirirsiniz? Özellikle 1980 ve öncesinde doğmuş çocukların aile içinde kaybolan yıllarının tahribatının bir örneği de Sami karakteridir diyebilir miyiz?
Sami’nin hikâyesi, özellikle 1990 ve öncesinde doğmuş çocukların aile yapılarında yaşadığı duygusal eksikliklerin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. O yıllarda ekseriyetle çocuklar ebeveynlerinden sevgi, ilgi ve anlayış yerine daha çok otorite, disiplin ve mesafe görerek büyüdüler. Babanın evde olmadığı, annenin ise pasif bir figür olarak kaldığı bu tür evlerde çocuklar, çoğu zaman kendi kendilerine yetmeyi öğrenmek zorunda kaldılar. Ancak bu bağımsızlık, güçlü bir karakter inşa etmekten çok, duygusal eksikliklerin ve iletişim kopukluklarının derinleşmesine neden oldu. Sami’nin babası, aslında sevginin nasıl gösterileceğini bilmeyen bir adam. Kendi babasından belki hiç şefkat görmemiş, duygularını nasıl ifade edeceğini öğrenememiş biri. O yüzden kendi çocuklarına da sadece mesafe koymayı ve otorite göstermeyi biliyor. Gülsüm ise geleneksel aile yapısında sıkışıp kalmış, fazla sözü geçmeyen ama iç dünyasında fırtınalar kopan bir anne. Bu iki ebeveynin arasında kalan Sami ve kardeşleri, hayatı kendi kendilerine çözmeye, sevilmenin ve değer görmenin ne anlama geldiğini başka yerlerde aramaya mecbur kalırlar.
Günümüzde de bu durumun farklı versiyonlarını görüyoruz. Bugün artık babalar eskisi kadar fiziksel olarak uzak olmasa da duygusal olarak çocuklarından kopuk olabilir. İş stresi, teknoloji, bireyselleşme gibi etkenler, ebeveynlerin çocuklarıyla sağlıklı bir bağ kurmasını zorlaştırabilir. Anneler, özellikle geleneksel rollerde sıkışmış olanlar, hala kendilerini yeterince ifade edemeyebilir. Dolayısıyla Sami’nin yaşadığı hayal kırıklıkları, bugün farklı şekillerde de olsa birçok çocuğun hissettiği duygularla örtüşüyor olabilir. Bu roman, sadece geçmişe bir ayna tutmakla kalmıyor, aynı zamanda günümüz aile yapılarında ebeveyn-çocuk ilişkilerini sorgulamak için de bir fırsat sunuyor. Çünkü geçmişte yaşanan eksiklikler, nesilden nesile aktarılarak devam ediyor. Eğer bu döngüyü kırmazsak Sami gibi çocukların sayısı hiç azalmayacak.
Kitabı en çok da ebeveynler okumalı
Romanın birçok yerinin hayatımıza dokunduğunu fark ediyoruz. Romanı çocukların iç dünyasına ve aile hayatındaki psikolojik durumlarına dikkat çekmek için yazılmış bir roman olarak değerlendirmek yanlış olur mu? Kitabı en çok da ebeveynlerimizin okuması gerektiğini söyleyebilir miyiz?
Bu değerlendirme pek yanlış olmaz. “Hayal Kırıklıkları Atlası” yalnızca bir çocuğun hikâyesi gibi görünse de aslında aile içi dinamikleri, ebeveynlerin çocukların ruh dünyasında bıraktığı izleri ve sevgi ile ilgisizliğin çocuk psikolojisi üzerindeki etkilerini anlatan bir roman. O yüzden bu kitabın sadece çocukluk anılarını hatırlamak isteyenler için değil, özellikle ebeveynler için de önemli bir okuma olacağını düşünüyorum.
Sami’nin patates kızartmasını çok sevmesine rağmen evde bunu nadiren yiyebilmesi ve bir öğretmen misafir geldiğinde bu fırsatı bulması, aslında o dönemin birçok çocuğunun yaşadığı bir gerçeği anlatıyor. Çocuklar, evin içinde olup biten her şeyi gözlemler, hisseder ama çoğu zaman duygularını dile getiremezler. Sami ve kardeşleri de yoksunluklarını, eksikliklerini kelimelere dökemeyen ama her şeyi içlerinde yaşayan çocuklar. O sahnedeki öğretmenin tepkisi de çok önemli; çünkü yetişkinler çoğu zaman çocukların yaşadığı küçük mutlulukları ya da hayal kırıklıklarını fark edemezler. Ama bir anlık bir bakış, bir söz, bir fark ediş, çocuğun dünyasında büyük bir iz bırakabilir. Bu yüzden, bu kitabı en çok da ebeveynlerin okumasını isterim. Çünkü bazen çocuklarının hissettiklerini anlamayan ya da fark edemeyen anne-babalar, belki Sami’nin hikâyesinde kendi çocuklarını görebilir. Belki geçmişlerine dönüp kendi çocukluklarını hatırlayabilir, kendi ebeveynlerinin onlara nasıl davrandığını düşünüp bugün nasıl bir anne-baba olduklarını sorgulayabilirler. Roman, hayal kırıklıklarıyla büyüyen çocukların hikâyesini anlatıyor ama aynı zamanda bu hayal kırıklıklarının nasıl önlenebileceğine dair bir farkındalık da sunuyor.
Onların dünyası sandığımızdan daha derin ve karmaşık
Romanı yazarken ve hikâyeyi oluştururken özellikle dikkat ettiğiniz ve dikkat çekmek istediğiniz yerler oldu mu?
Romanı yazarken özellikle altını çizmek istediğim bazı noktalar vardı. Bunlardan en önemlisi, çocukların dünyasının yetişkinlerin sandığından çok daha derin ve karmaşık olduğu gerçeğiydi. Çocukluk, çoğu zaman masumiyet ve mutlulukla anılsa da aslında birçok hayal kırıklığının, sessizce yaşanan acıların, fark edilmeden üstü kapanan duyguların da en yoğun hissedildiği dönemdir. Özellikle aile içindeki ilişkilerin, ebeveynlerin çocuklarıyla kurdukları ya da kuramadıkları bağların, bir çocuğun ruh dünyasında nasıl izler bıraktığını göstermek istedim. Sami’nin babasıyla yaşadığı mesafeli ilişki, annesinin edilgenliği ve çaresizliği, öğretmenlerin, akrabaların, çevrenin çocuk üzerindeki etkileri… Bunlar aslında birçok insanın kendi hayatından izler bulabileceği hikayeler.
Bunun yanı sıra roman boyunca küçük detaylara da dikkat ettim. Örneğin Sami’nin patates kızartmasını büyük bir hevesle beklemesi ya da Samsun’u hiç görmeden televizyondan izlediği Dallas’a benzetmesi gibi sahneler, çocukların hayal dünyasının nasıl çalıştığını ve onların küçük gibi görünen şeylerden nasıl büyük anlamlar çıkardığını anlatmak için özellikle vurguladım. Çünkü çocuklukta yaşanan birçok anı, belki yetişkinler için sıradan ama çocuk için unutulmazdır.
Sonuç olarak roman boyunca çocukların gözünden yetişkin dünyasına bakmaya çalıştım. Çünkü çoğu zaman çocukların yetişkinleri dinlediği düşünülür ama aslında çocuklar, yetişkinleri sadece dinlemez, onları gözlemler; ruh halleriyle, sözleriyle, suskunluklarıyla hissederler. İşte bu farkındalığı yaratmak, çocukların hissettiklerinin ve yaşadıkları hayal kırıklıklarının yetişkinler tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamak, yazarken en çok dikkat ettiğim şeylerden biri oldu.
Hikâye bir dönemin ruhunu da yansıtıyor
Kitabınızın okuyuculardaki karşılığını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir yazar olarak en büyük mutluluklarımdan biri, kitabın okurlarda bıraktığı izleri görmek ve onların hikâyeye nasıl bir anlam yüklediğini duymak. “Hayal Kırıklıkları Atlası”nın okuyucularda güçlü bir karşılık bulduğunu görmek beni çok mutlu ediyor. Çünkü bu eser, yalnızca bir çocuğun hikâyesini değil birçok insanın kendi çocukluk anılarının yankısını bulabileceği bir roman.
Okurlardan gelen geri bildirimlerde, çoğunun Sami’nin yaşadıklarıyla kendi geçmişlerini, çocukluklarını, unutulmuş ya da bastırılmış duygularını hatırladıklarını görüyorum. Kimileri ebeveynleriyle olan ilişkilerini sorgulamaya başlamış, kimileri kendi çocuklarına karşı daha duyarlı olma gerekliliğini fark etmiş. Ayrıca kitabın yalnızca duygusal bir hikâye anlatmadığını, aynı zamanda bir dönemin ruhunu da yansıttığını söyleyenler var. Köy hayatının, televizyonun, mahalle kültürünün, kısıtlı imkânlarla büyüyen çocukların dünyasının, okura nostaljik ama bir o kadar da sarsıcı bir pencere açtığını görmek beni sevindiriyor.
Sonuç olarak, “Hayal Kırıklıkları Atlası”nın bir ayna işlevi gördüğünü düşünüyorum. Okurlar bu aynaya bakarken ya kendi geçmişlerini görüyorlar ya da bugün etraflarındaki çocukları daha iyi anlamaya başlarlar. İşte bu etkiyi yaratabilmek, bir yazar olarak benim için en büyük kazanç.
Anlatılacak daha çok hikâye var
Önceden daha çok akademik yazılarınızla ve kitaplarınızla sizi görüyorduk. Şimdilerde ise ilk roman kitabınızı çıkardınız? Akademik yazılardan sonra bir roman yazmak size nasıl hissettirdi? Bizler roman kitaplarınızla buluşmaya devam edecek miyiz?
Akademik yazılar daha analitik, belli bir disiplin içinde ve kanıtlara dayalı bir düşünce akışı gerektiriyor. Roman yazmak ise bambaşka bir alan; burada kurgu, duygu, karakterlerin iç dünyası ve anlatımın akıcılığı çok daha ön planda. Akademik yazılardan romana geçiş benim için heyecan verici, aynı zamanda özgürleştirici bir deneyim oldu. Çünkü akademik metinlerde daha çok düşüncelerimizi ve analizlerimizi aktarırken, romanda hikâyenin içine girerek karakterlerle birlikte yaşayabiliyoruz.
Roman yazmak, insanın zihninde ve kalbinde birikenleri daha derinlemesine anlatmasına olanak tanıyor. “Hayal Kırıklıkları Atlası”nı yazarken bunu çok güçlü bir şekilde hissettim. Bir çocuğun iç dünyasını, hayal kırıklıklarını, umutlarını anlatırken kendimi de Sami’nin gözlerinden dünyaya bakarken buldum. Bu süreç, sadece yazarlık açısından değil, kendi iç dünyamla yüzleşme anlamında da öğretici oldu.
Roman yazmaya devam etmek istiyorum. Çünkü anlatılacak daha çok hikâye var. Bu nedenle ikinci romanım üzerinde heyecanla çalışıyorum. İnsan ruhu, ilişkiler, toplumun iç dinamikleri ve çocukluk gibi derin konular üzerinde düşünmek ve bunları kurguya dökmek beni çok heyecanlandırıyor. Okuyucularla yeni romanlarda buluşmak benim için büyük bir mutluluk olacak. Yeni hikâyeler, farklı karakterler ve farklı anlatım biçimleriyle yazmaya devam edeceğim inşallah.
Yorum Yaz