Sukût komplosunda "Hakkı" yenen "Bulut"

MÜZİK

Açıkça söylemek gerekirse Türkiye’de uzun yıllar hemen bütün sanat dallarının çözümlenmesinde adeta Adorno’dan beslenen seçkinci yaklaşımın hakim olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla arabesk başta olmak üzere seçkinci ana arterinde dışında bırakılan müzik türlerini anlamaya yönelik bakış açısının 90’lara kadar biçimlenemediğini görürüz. Hatta Martin Stokes’un çok genç yaşlarda Türkiye’ye gelip gazinolardaki arabeski anlamaya çabalayan akademik üslubunun Türkiye’de verili entelektüel aklı sarstığını iddia etmek abartı olmasa gerek (Stokes 1989’da tamamladı doktora tezini). Yine yakın tarihlerde aynı konu üzerine çalışmalar ortaya koyan Nazife Güngör (Arabesk, 1990)  ve Meral Özbek’in kitapları (Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, 1991) da öncü sayılır. 

 

Bu tarihlerden evvel Türkiye’de arabesk üzerine iki anlayış söz konusuydu. Kültürü Marksist nosyonla ele alan Türk soluna ait çevrelere göre arabesk işçi sınıfının direnme gücünü uyumcullaştırıyor, muhafazakar Türk sağına göreyse Türk müzik kültürünü yozlaştırıyordu. İşte bu yerleşik çözümleyici aklın aşılmasından itibaren (İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulunun katkıları göz ardı edilemez) başta arabesk olmak üzere farklı müzikleri anlamaya dair çabaların ortaya çıkmasıyla beraber birçok sanatçı üzerine hatırı sayılı metinle karşı karşıya kaldık. Ancak Gencebay, Müslüm Gürses ve Ferdi Tayfur eksenine sıkıştırılan bu çözümleyici aklın ben şahsen arabesk müziğin tarihi açısından yetersiz kaldığı görüşündeyim. Ki, bu zamana kadar akademik camia ve sivil entelektüel çevreden ortaya konan bütün metinlerde arabeskin kurucu öznelerinden bahsedilirken bu üç ismin dışına çıkılmadığı fark edilecektir. Oysa bu isimlere Hakkı Bulut’u eklememek ya arabesk müziğin tarihsel gelişimi hakkında bilgi sahibi olmamak ya da bilinçli şekilde görmezden gelmeyle açıklanabilir. 

 

Hakkı Bulut, Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur ile aynı tarihlerde doğmuş ve müziğe aynı zaman diliminde başlamıştır. Gencebay’ın Arif Sağ ile radyodan ayrılıp İstanbul’da Doğubank iş hanındaki müzik şirketlerinin plaklarını yönetip, neredeyse bütün plaklara bağlama çalarak piyasanın aranan isimleri olduğu 1967 ve sonrasında Hakkı Bulut ismine de rastlıyoruz. Çünkü Bulut’un ilk plağı “Leylam” 1967’de çıkar ve ilginç biçimde bu çalışmanın bağlama kayıtlarına Gencebay ile Arif Sağ girer. 

 

Hakkı Bulut’un müziği hiç ele alınmadı

 

Devamında zaten onu bütün ülkenin tanımasına kapı aralayan popüler eseri “İkimiz Bir Fidanız” (1969) yayınlanır. Anlaşılacağı üzere arabeskin diğer kurucu özneleriyle aynı tarihlerde ilk çalışmalarını dinleyiciye sunan, çok sevilen şarkıları besteleyip satış rekorları kıran plaklar, kasetler çıkartan, besteleri farklı türlerde şarkıcılarca seslendirilen, konserleri binlerce insan tarafından izlenen bir isim olmasına karşın Bulut ile ilgili bu zamana kadar hatırı sayılır bir metnin ortaya çıkarılmaması manidardır. Ki, Bulut sadece kendi müzik türünün gidişini değil, Türk pop müziğinin de seyrini biçimlendirmiş isimlerden birisi olarak da mesela hiç ele alınmadı. Özellikle dönemin sanatçılarından Tülay, Bulut’a ait “İkimiz Bir Fidanız” şarkısını 1975 yılında pop müziği orkestrasyonu üzerine yorumlayarak hem kendi popülaritesini artırdı hem de Türk pop müziğine yeni ses alanları açtı iddiasında bulunmak mümkün. Tülay’ın bu plağını hazırlayan ve Sezen Aksu’dan, Nüket Duru’ya, Tanju Okan’dan İlhan İrem’e birçok sanatçı için besteler, düzenlemeler yapan önemli müzik adamı Esin Engin’in bir Hakkı Bulut şarkısını tercih etmesi dikkate değerdir. Bu arada Esin Engin’in Tülay’a Kent Plak arşivi için “Falcı”, “Son Ümit”, “Ben Tövbemi Geri Aldım”, “Gerçek Sevgi” gibi 12 tane Hakkı Bulut bestesi okuttuğunu not düşelim. 

 

“İkimiz Bir Fidanız”ı pop müzik orkestrasyonu üzerine düzenleyen Engin ile Hakkı Bulut’un yollarının 80’lerde de kesiştiğini görürüz. Müzik üzerine otoriter devlet nosyonunu terk ederek daha özgürlükçü anlayışa yaslanan Demokrat Parti gibi topluma ne dinleyeceğini dayatmayan bir politikaya sahip Anavatan Partisi yıllarında Hakkı Bulut-TRT-Kültür Bakanlığı isimleri ilginç biçimde bir araya gelir. Dönemin Kültür Bakanı Tınaz Titiz’in danışmanı tarafından “arabeske çeki düzen vermek” gibi bir gayretin olduğunu yazılıp çizilse de Bulut’tan bir şarkı istenir. Neticede Bulut’un 1987 yılında çıkardığı albümünün isim şarkısı “Seven Kıskanır” seçilerek Esin Engin’in yeniden aranjesi ile devletin “kriterlerine” uyan bir çalışma elde edilip, TRT’de Aydoğan Ergezen’in hazırladığı “Beşinci Mevsim” adlı programdan bütün Türkiye’ye dinletilir. Şimdilerde “burada ilginç olan nedir?” gibi bir soru gelebilir ama 1974’e kadar devletin hiçbir resmi kurumunda Türk müziği eğitimi veren bir konservatuvarın açılmadığı, devlet televizyon ve radyosunda arabesk müziğin yasaklandığı tarihsel süreç dikkate alındığında Bulut’a Kültür Bakanlığı tarafından şarkı önerisinde bulunulması ve eserin devlet televizyonundan yayınlanmasının önemi anlaşılacaktır. Dolayısıyla Türkiye’de “müzik-devlet” ilişkisi bakımından bunun milat olduğunu söylemek mümkün. Ancak basında Bakanlığın bu girişimi “Acısız Arabesk” biçiminde karşılık bulur ve farklı çevrelerden eleştiriler yapılır. En ilginç eleştirinin ise piyasanın içinden, Unkapanı/İMÇ’deki müzik yapım şirketlerinden gelmesini sivil bir protesto biçiminde değerlendirebiliriz. Tartışmaların yapıldığı günlerde “Acılı Arabesk” adını taşıyan, kapağında kırmızı biber bulunan ve jilet ekiyle sunulan bir kaset çıkartılır mesela. 

 

ANAP-Hakkı Bulut ilişkisinin “Seven Kıskanır” ile sınırlı kalmadığını da belirtelim. TRT’deki bu şarkı yayınından sonra müzik tarihimiz bakımından önemli olaylardan birisi olarak 14-18.06.1988 tarihinde Ankara’da “1.Müzik Kongresi” toplanır. Yalçın Tura, Muammer Sun, Nevzat Atlığ, Avni Anıl, Onur Akdoğu gibi müzik çevrelerinin önemli isimlerinin katılarak bildiriler sunduğu bu kongreye Hakkı Bulut da davet edilir çünkü. Kongre bildirilerini içeren bir kitapta Bulut’un 2 sayfalık bir konuşma metni çıkıyor karşımıza. Arabeskin neden var olduğuna ilişkin görüşlerini içeren ve toplumun bu müzikle kurduğu ilişkinin dikkate alınmamasını eleştiren konuşmasına rağmen daha sonra Bulut’un kongreden memnun ayrılmadığını anlıyoruz. Hatta Müzik Dünyası dergisindeki bir söyleşisinde (Aralık 1988) Bakanlıkça “kullanıldığını”, kendisinin “göz boyamak için” kongreye davet edildiğini dile getirir.

 

Anlaşılacağı üzere, müzikal yolculuğunun başından itibaren kendi bestelerini okuyan, kimi eserlerinde toplumsal eleştiriler getiren ve bu gerekçeyle 12 Eylül’de hapis yatan Hakkı Bulut çok daha oylumlu çözümlemeleri hak eden bir sanatçı olarak görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir alanı doldurduğu tartışma götürmez.

Yorum Yaz