Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Sinemamızda taşra filmlerinin çoğunlukla karamsarlık, yoksunluk, sıkışmışlık ve insanların kötücüllüğünden beslenen şablonuna uymayan filmlere imza attı Yılmaz Erdoğan. Vizontele, Vizontele Tuuba ve Ekşi Elmalar Yeşilçam tadında anlatısı ile seyirciyi tanımadığı, aşinâ olmadığı ama aslında hiç de yabancılık çekmediği bir yere götürdü.
Hikâye Hakkâri'de geçiyor, Yılmaz Erdoğan’ın çocukluğunun geçtiği yerde. Ancak çekimler o dönem bölgede çekim yapmanın zorluğundan dolayı Van'ın Gevaş ilçesinde gerçekleştirildi. Teknik anlamda birçok ilke imza atılan filmde o ilklerden biri Flyingcam oldu. Teknoloji Oscarı sahibi helikopter kamera Flyingcam ve ekibi Türkiye'de ilk kez bir sinema filminde çalıştı. Bu sayede Van’ın doğal güzelliği hikâyede Hakkâri olarak beyazperdeye yansır.
Türkiye’de kırk yılı aşkın süredir devam eden PKK terörü yakın zamanda terör örgütünün silah bırakmasının ardından son buldu. Bir, iki yıldır terörden arındırılan şehirlerde turizm bölgeleri ziyarete açılmaya başlandı. Hakkâri dağlarının görkemli güzelliği, ovalar, vadiler, doğa sporlarının yapıldığı alanlar birer ikişer sosyal medya fenomenlerinin hesaplarından tanıtılmaya başlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Bir Anadolu Şenliği adıyla festival düzenledi bölgede. Tüm bu cümleler yeni nesil için çok şey ifade etmeyebilir. Ancak karakol baskınları, terör saldırıları, bölge halkı üzerinde kurulan baskıları yaşayanlar ve bu süreçten haberdar olanlar için gelinen bu nokta şükür sebebi.
Hakkâri, Batman, Tunceli, Şırnak gibi pek çok şehrimiz ne yazık ki uzun yıllar terörle anıldı. Oysa Türkiye’nin hemen her bölgesi gibi kendine özgü doğal yapısı, iklimi, gelenek ve görenekleri, mutfağı hatta giyim tarzıyla çok büyük bir zenginliğe sahip her biri… Üstelik aynı duyguların, aynı heyecanların, korkuların yaşandığı yerler. Ne yazık ki Türk sineması tüm bu güzellikleri ve ortak paydaları açığa çıkarmak yerine –Anadolu’nun pek çok yeri gibi- Güneydoğu Anadolu’yu da hep yoksunluklar bölgesi olarak resmetmeyi seçti. Kürt Sineması olarak adlandırılan yapımlar ise çoğunlukla ‘ideolojik’ bakışın baskısı altında mekânı da bu tercihin esiri etti.
Orda bir köy var uzakta
Yılmaz Erdoğan’ın 2001 yılında vizyona giren filmi Vizontele ve devamında 2004 yılında seyirci ile buluşan Vizontele Tuuba adlı yapımları ise Yeşilçam tadında anlatısı ile seyirciyi tanımadığı, aşinâ olmadığı ama aslında hiç de yabancılık çekmediği bir yere götürdü. Çocukluğu 1980’lerde geçenlerin hiç unutmadığı “Orda bir köy var uzakta / O köy bizim köyümüzdür / Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” şarkısındaki hissiyatı yaşattı seyirciye bu iki film de.
Hikâye Hakkâri'de geçiyor, Yılmaz Erdoğan’ın çocukluğunun geçtiği yerde. Ancak çekimler o dönem bölgede çekim yapmanın zorluğundan dolayı Van'ın Gevaş ilçesinde gerçekleştirildi. Teknik anlamda birçok ilke imza atılan filmde o ilklerden biri Flyingcam oldu. Teknoloji Oscarı sahibi helikopter kamera Flyingcam ve ekibi Türkiye'de ilk kez bir sinema filminde çalıştı. Bu sayede Van’ın doğal güzelliği hikâyede Hakkâri olarak beyazperdeye yansır. Meydanı, esnafı, küçük belediye binası, yazlık sineması ve mahalle havası ile çok tanıdık bir taşra kasabasıdır film boyunca izlediğimiz.
Taşra mizahının en güçlü örneklerinden biri diyebileceğimiz Vizontele, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın olduğu 1970’lerin ortalarında bir Anadolu kasabasına televizyonun gelişiyle yaşanan değişimi konu alır.
Bir gün kasabaya bir televizyon gelir
Devletin kasabaya bir televizyon vericisi hediye etmesiyle başlayan film kasaba sakinlerinin bu yeni teknoloji ile tanışmalarını mizahî bir dille anlatır. Ankara’dan gelen TRT ekibi nasıl yapacaklarını söylemeden vericiyi bırakıp gider. Teknolojiden anlayan ve yaptığı zihni sinir icatları ile tanınan ‘Deli Emin’ vericiyi kurup televizyonu çalıştırabilecek tek kişidir.
Ancak adı üstünde ‘delidir ve Belediye başkanı Nazmi, Emin’e güvenmez. Sonunda çaresiz vericiyi kurma görevi Deli Emin’e verilir. Televizyonun dünyadan haber almak ve ilerlemek için önemli bir araç olduğunu düşünen Nazmi, kasabadaki tek televizyonun sahibidir ve bu araç çalıştığında statüsünün daha da artacağına inanır. Televizyonun çalışıp çalışmaması belediye başkanı olarak onun yetkinliğinin de göstergesidir.
Emin birçok deneme sonrasında vericiyi kurar. Köyün ileri gelenleri bu mucizevi aracın marifetine şahitlik etmek üzere Nazmi’nin evinde toplanır. Bir süre karıncalanan ekranda beliren ilk görüntü Kıbrıs Barış Harekâtına dair bilgiler veren bir habere aittir.
Türkiye Kıbrıs’a askerî çıkarma yapmış ancak harekât sırasında şehitler verilmiştir. Herkes pür dikkat haberi izlerken bir anda ekrana Nazmi’nin oğlu Rıfat’ın görüntüsü gelir. Seyirciler donup kalır, televizyon heyecanı yerini suskunluk ve şaşkınlığa bırakır.
Dağlar gibi dimdik bir kadın: Siti Ana
Başından beri televizyonunun varlığından rahatsız olan Nazmi’nin karısı Siti Ana, oğlunun şehit haberini veren bu gavur icadına daha da düşman kesilir. Zira itirazları haklı çıkmış ve televizyon hem kasabaya hem de evlerine uğursuzluk getirmiştir. Filmdeki sarp dağlar, Siti Ana’nın oğlu yerine televizyonu gömdüğü sahnede onun öfkeden katılaşan kalbini temsil eder adeta. Çalıştırmak için uğraştığı televizyonu bir mezara gömme görevi de Deli Emin’e verilir. Siti Ana, acıdan kavrulan yüzüyle dağlar gibi dimdik durarak oğluna son görevini yapar. Hayatlarına lanet gibi çöken ekranın çukura gömülüşünü izler.
Vizontele ve Vizontele Tuuba filmlerinde sadece kıraç ve yüksek dağlardan ibaret değildir beyazperdeye yansıyan mekân. Dağlar kadar ağaçlar, geceleyin yazlık sinemayı izlerken yorgan gibi kahramanların üzerine örtülen yıldızlı gökyüzü de hikâyeyi zenginleştirir.
Sinemamızda taşra filmlerinin çoğunlukla karamsarlık, yoksunluk, sıkışmışlık ve insanların kötücüllüğünden beslenen şablonuna uymayan filmde, elbette yer yer küçük şehirde yaşamanın zorluklarına dair göndermeler yapılıyor. Ancak bu bir mutsuzluk sebebine dönüşmüyor. Tersine Deli Emin karakteriyle yoksulluk ve yoksunluk içinde olunsa da zekice buluşlarla hayatın pekâlâ güzelleştirilebileceği anlatılıyor. 1970’lerdeki sağ sol çatışmalarını sadece birkaç imâ ile gösteren film, ayrışmanın ve kutuplaşmanın derinleşmediği, mahalle kültürünün henüz birlikte yaşama pratiğini mayalamaya devam ettiği bir toplumsal yapıyı resmediyor.
Kasabadan şehre bir özgürlük hikâyesi
Yılmaz Erdoğan’ın kaleme aldığı yine aynı coğrafyada geçen ve yine çocukluğundan beslenen bir diğer hikâye olan 2016 yılı yapımı Ekşi Elmalar’da şehrin doğal güzelliği daha da ön plana çıkar.
Özellikle yaylaya gidiş ve yaylada geçen sahnelerde masalsı bir atmosfer ve resimler on yıllardır terör belasına nasıl bir güzelliğe kıyıldığını düşündürür. Filmin ana kahramanı belediye başkanı Aziz beye, ailesi ve kasabalı Reis Bey diye seslenir. Katı, tavizsiz ve
Reisliğinden dolayı kendini daha ayrıcalıklı ve üstün konumda gören Reis Bey, doğayı bile kendi tahakkümü altında tutmaya çalışır. Söz gelimi ekşi elma fidanlarının hepsini aşılayıp
yola getirmek bile onun için çok önemlidir. Zaten kızları ile ilişkisi de bu elma metaforu üzerinden anlatılır.
Ekşi Elmalar’da kasaba ve şehir merkezi Vizontele serisindeki kadar öne çıkmaz. Daha çok ev ve aile ilişkileri odaklı bir anlatı söz konusudur.
Geniş meyve bahçeleri ve fidanlıkları olana Reis beyin iktidarı 1980’de yaşanan 12 Eylül darbesi ile sona erer. Eşraf içinde nüfusu giderek azalan, partisi tarafından da gözden çıkarılan Reis Bey, PKK’nın artık palazlanmaya başlaması ve huzursuzluğun artması ile Antalya’ya göç eder. Eski debdebeli günlerini özleyen Reis Bey, Antalya’ya gitmek istemese de sağlığını kaybeden karısı ve kızının ısrarı ile bu büyükşehire yerleşir. Alıştığı bildiği yerlerden çok farklıdır. Babasının zoru ile evlendirilen ailenin ortanca kızı Safiye için deniz ve Antalya özgürlüğü sembolize eder. Zaten Antalya’ya ilk yerleşen de Safiye olur. Bu adım - başka gereklilikler olsa da - tüm ailenin pederşahî ve otoriter bir toplum yapısından daha modern bir yaşama geçişine sebep olur.
Yorum Yaz