Sivas: Bozkırın Çıldırtan Sessizliği

SİNEMA Güncel

Şeyler vardır. Bir ismi olmadığında "şey" deriz. O şeylere isim vermek onu tanımlamak anlamına gelir. Tanımlamak bir sınırlamaktır. O şeye bir çerçeve belirlemektir belki de. Şeylere isim vermek Adem’den bize miras. Ad koydukça tanımlarız dünyayı, hayatı, insanı. Bir bebeğe isim vermek de bu anlamda önemlidir. O isim onun tanımlarından biri olacaktır. Verilen o ismin, özellikleri o çocuğun özellikleri olacaktır belki de. 2014 yapımlı Sivas filminin kahramanı 11 yaşındaki Aslan’ın adı da onun kaderidir. Ama kaderi bir aslan olmak mıdır, yoksa bir aslan olmaya çalışmak mıdır? Yozgat’ın Güzelköy ilçesinde geçen film bir Anadolu filmidir. Ama bu Anadolu bildiğimiz Anadolu değildir. Bildiğimiz Anadolu hangisidir, o da ayrı bir konu.

71. Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Sivas filmi; 11 yaşındaki Aslan’ın doğduğu topraklarda hem çocuk olmaya hem de erkek olmaya dair yaşadığı zorlukları anlatır. Sivas adındaki kangal köpeği ile kurduğu ilişki de bir erkeğin var olmak, kabul görmek için neler yapabileceğini gösterir. Aslan’ın ailesi yoksuldur. Yaşça ondan büyük abisi Şahin, çalışmak istemeyen birisidir. Aslan ise ne istediğini bilmez. Ta ki okulda düzenlenecek 23 Nisan töreninde Pamuk Prenses ve 7 Cüceler oyununun ilanına kadar. Pamuk Prenses Ayşe olur, Muhtar’ın oğlu Osman prens olur, o da cüce olarak seçilir. Bu seçim Aslan için bir kırılmanın başlangıcı olur. Prens olmak onun için bir takıntı haline gelir. “Ben prens olacağım,” der arkadaşına. Cesaretini toplar, gururunu geride bırakır, öğretmenin evine gider ve ona seslenir. Öğretmenine “Ben prens olmak istiyorum,” der. Öğretmeni de bu isteği kabul etmez. O noktadan sonra Aslan okula gitmeyi reddeder. Okul, öğretmen ona istediğini vermeyen yerdir. Peki onun istediği kabul görme, sayılma, ciddiye alınma isteğini ona ne verecektir? Onu ne “aslan” yapacaktır?

Aslan’ın aslan olma çabası sadece ona has değildir. Çevresindeki bütün erkeklerde güçlü olma, iktidar kurma isteği vardır. Çocukların okuldaki birbirlerine olan tavırlarında şiddet vardır, yetişkin erkekler ise sözlü bir şekilde birbirlerinin iktidarlarını sarsarlar. Fiziksel şiddeti ve onun getirdiği yenme hissini ise kangal köpek dövüşleri üzerinden yaşarlar. Hayvanlar onlar için sadece bir araçtır. O aracı istedikleri gibi, iktidarları için kullanabileceklerini düşünürler ve kullanırlar.

Gücün bedeli nedir?

Aslan’ın Sivas ile tanışması o köpek dövüşlerinden birinde olur. Sivas öldü diye bırakılır. Aslan onun ölmediğini fark eder, yaralı olduğunu görür. Ona üşümek pahasına bakar. “Üşüdün mü oğlum?” diyerek ceketini üzerine örter. Abisinin onu aramaya gelmesiyle Sivas’ı eve götürür. Sivas onun köpeği olur. Ona bakar. Eğitmeye çalışır. Lafını dinlemediğinde zorla oturtmaya çalışır. Aslan için Sivas’a hükmetmek hayata hükmetmektir. Hükmetmek üzerinden kurulan bir ilişkinin içinde bir sevgi ve merhamet olabilir mi? Ya da bir merhametle başlayan ilişki hükmetmeye dönüştüğünde sonu ne olur?

Aslan için yeni bir çarpışma başlar. Bir yandan Sivas’ın onun köpeği olması ona okulda, köyde bir görünürlük sağlar. Var olur. Bir yandan ise bu var olmanın bedeli Sivas’ın canının yanmasına izin vermekten geçer. Aşık olduğu Ayşe “Neden köpeği dövüştürmüyorsun?” diye sorar. O da “Ben onu niye dövüştüreyim ki? O beni korusun yeter. Sen çocuğumuz olsa onu dövüştürür müsün?” der. Ayşe de “Ama o köpek,” dediği anda Aslan “Olsun. Köpeğin de canı yok mu? Ben de onu dövüştürmüyorum,” der. Ama Ayşe’yi etkilemek buradan geçiyorsa onu da yapar. Muhtar’ın oğlu Osman’ın köpeği ile Sivas’ı dövüştürür. Sivas kazanır ama canı yanar. Bir yandan gururlanır Aslan ama bir yandan da canı yanan Sivas’a üzülür. Ama kendisinin birisi olması için Sivas’ın canının yanması gerekiyorsa o canı yakmayı da göze alır. İnsanın türüne duyduğu sevgi, kendini gördüğü üstünlük bir başka canlıya sevgi, merhamet gösterdiği anda bile kendini gösterir.

Filmin bir diğer kırılması da burada başlar. Sivas ile itibar gören Aslan, erkek meclisine kabul edilir. Kapının kenarında durur ve gözlemler. Muhtar, abisi, köyün erkekleri eğlence yaparlar. Büyük köpek dövüşüne gitmek için Aslan’ı ikna ederler. Boğucu bir araba yolculuğu başlar. O arabada herkes Aslan’ı över, köpeği nasıl dövüştüreceğini söyler. Bir nevi onu gaza getirirler. Aslan nereye gittiğinin, ne ile karşılaşacağının farkında değildir. Yolculuk tamamlanır. Geniş bir araziye varırlar. Gecedir. Bir sürü insan ve köpek vardır. Ortalık mahşer yeri gibidir. Köydeki dövüşlerin olduğu yere benzemez bu yer. İşte burasının en zorlayıcı yerlerinden olduğunu belirtmek gerekiyor. Sivas’ı dövüştürürler. Sivas dövüşü kazanır ve ama her yeri kanlar içinde kalır. Canı çok yanmıştır, bellidir. Abisi ve muhtar çok mutludur. Kazanmışlardır. Ama Aslan mutlu değildir. Sivas’ın canını nasıl yaktığını fark etmiştir. Ama çok geçtir. Sivas’ın da bir canı olduğunu unutmasının bir bedeli vardır. Dönüş yolunda köpeğini bir daha dövüştürmeyeceğini söyler. Ama onu kimse ciddiye almaz. Şampiyon bir köpek dövüştürülür; başka ne yapılabilir ki? Doğası budur, derler. Aslan artık onları duymaz. Sivas’a bakar. Sivas da uzaklara bakar. İkisi de sıkışmıştır o arabanın içerisine. Çıkış var mıdır? “Onun canı yok mu?” diyen Aslan geri gelir mi? Bilmiyoruz. Finalde bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ın “Hata Benim” türküsünün şu sözleri Aslan yerine konuşur: “Her ne çekti isen benim yüzümden / Hata benim günah benim suç benim.”

Bazı yüzleşmeler yaşanmalı

Sivas, bir köy çocuğunun büyüme hikâyesi gibi görünse de aslında bir yüzleşme çağrısıdır. Aslan’ın “Ben prens olmak istiyorum,” sözünden “Onun da canı yok mu?” sorusuna uzanan yolculuğu, masumiyetin iktidar ve şiddetle nasıl sınandığını anlatır. Film, izleyiciye yalnızca bir çocuk ve bir köpeğin hikâyesini sunmaz; aynı zamanda güç, erkeklik, merhamet ve vicdan üzerine evrensel sorular bırakır.

Finalde Neşet Ertaş’ın “Hata Benim” türküsüyle birleşen sahne, izleyiciyi derin bir sessizliğe davet eder. Aslan’ın suskunluğu aslında hepimizin suskunluğudur. Sivas’la birlikte sıkışıp kaldıkları o araba, yalnızca filmin değil, hayatın da metaforudur. Bir çocuk ve köpek ilişkisine dair birçok film örneği vardır. Çoğunlukla mutlu, umutlu filmlerdir. İç ısıtan, sarıp sarmalayan hikâyeler anlatırlar. Sivas o filmlerden biri değildir. Sivas, Anadolu’nun, bozkırın hırçınlığını, şiddetini anlatmayı tercih eder. İnsanın içindeki güç ve iktidar isteğinin ne kadar erkenden başladığını ve nerelere varacağını gösterir. Yozgat’ın bir köyünde geçen hikâyede köpeğin adının “Sivas” olması aslında filmi bir mekândan ve yerden alıp Anadolu’nun kalbine yerleştirir. Anadolu’nun kalbinin günlük güneşlik olmadığını görmek ağır gelir. Ama şaşırtmaz. Şiddetin varlığının çeşitli görünümlerde olduğu, bazı doğal kabullerden kaynaklandığı gün yüzüne çıkar.

Coğrafya kader midir? Kaderdir. Yönetmenin kamerasını koyduğu yer, bakış açısı ise onun dünyayı, yaşamı gördüğü yerdir. Kaan Müjdeci insanın doğasına dair sarsıcı, tartışmalı bir film yapar. Sıkışmışlık, klostrofobik havayı her zerremizde hissederiz. Umudun, çözümün olmadığının farkında olarak filmi izleriz. Ama “ya acaba” deriz? Aslan o arabadan nasıl indi? Sonrasında ne olduğunu bilmiyoruz, bilemeyeceğiz. Ama Aslan’ın düştüğü ikileme her an birilerinin düştüğünü biliyoruz.

 

Rabia BULUT
Rabia BULUT

Editör ve sinema yazarı. Lisans eğitimini Üsküdar Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde tamamladı. Aynı üniversitede Medya ve Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisans yaptı. “Sinemada Aşk ve Zaman: Sevmek ...

Yorum Yaz