Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Sıradan insanların hayatlarını anlatırken devleşen Cem Yılmaz, toplumun içinde "yaşayan" bir hikâye anlatıcısı, bu haliyle küçük adamları sahneye çıkardığı her işinde fazlasıyla parıldıyor. Hokkabaz’ın temelindeki güçlü duyguyu besleyen şey de bu. Aslında, izlediğimiz klasik anlatıya yaslanan bir yol hikâyesi nihayetinde.
Hokkabaz filmindeki Çanakkale’ye gelirsek, şehir öncelikle ulaşılması gereken bir hedefin adı olarak hikâyeye dâhil olurken, tarihsel önemine atıf yapılarak altı çiziliyor. İskender’in babası Sait, yaşadığı sorunları nihayete kavuşturmak için gömülmek istiyor Çanakkale’ye.
"Öz oğlum hokkabaz, acı ama gerçek."
(E. Havacı Üsteğmen Sait Tünaydın)
Geçtiğimiz yıllarda, İskender’in devam filminde karar kıldığını, Hokkabaz’ın yeni hikâyesiyle geri dönebileceğini müjdelemişti Cem Yılmaz. Ne gam. Hokkabaz’ı sinemada seyrettiğim o güzel akşamın üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş, insan bütün bir ömrü boyunca zaman’ın ne olduğunu asla anlayamayacak galiba. Geçen nedir, zamanın kendisi mi, hatırladıklarımız mı, unuttuklarımız mı? Deşmeye şu an çok müsait olmayan başka bir bahis bu elbette. Ama Hokkabaz’ın anlattığı hikâyeyi hatırlarken zorlanmıyorum mesela. Filmin karakterleri, atmosferi, duygusu, mizahı, replikleri hafızamdaki yerini koruyor. Bu neden böyle? Uzak görünenin yakınlığı meselesini, izlediğimiz filmler özelinde, o ilk an’ın duygusuna tekabül edip-etmemesinde aramalıyız galiba. İnsanın ruhunda kopan fırtınaları dindiren ya da en azından o fırtınalarla dertleşen bir hikâyeyi, devam eden hayatımızda o duygu durumu değişse de unutmamız mümkün olmuyor. Halimiz, filmler eşliğinde bize yadigâr kalıyor aslında.
Hokkabaz’ı sinemada seyrettiğim akşamın bana hatırlattıkları arasında, başarısız sihirbaz İskender’in bitmeyen "mücadelesi" var. Ne olursa olsun masumiyet çizgisinden hiç saptırmadan sürdürdüğü o saf, temiz mücadele, çetin olması bunu değiştirmiyor. Aslında İskender’in (ve Maradona’nın) hayatta hiçbir işinin yolunda gitmemesine aldırmadan yürümeye devam etmesinde tuhaf bir hal vardır. Durmadan yürür. Durursa, dokuz numara gözlüklerinin arkasından görmeyi reddettiği dünyanın bütün kasveti üzerine çökecektir sanki. Elinde yalnızca sihirbazlık numaraları vardır, başka numara bilmez, bunu satar dünyaya, satar canını, alan bulunmaz. Çocukluk aşkı sihirbazlık sanatını, kendi kumaşında mündemiç gören İskender’in, yakın arkadaşı/yardımcısı Maradona Orhan’dan başka inananı/destekçisi yoktur. Tek şahidi Maradona’yla birlikte çıktığı gösterilerden kazandıkları paralarla, ilk önce façayı düzeltip, gözlüklerinden kurtulmayı amaçlarlar. İşler iyice ters gidip, artık İstanbul’da sihirbazlık yapamayacaklarını anladıklarında ise Anadolu turnesine çıkma fikri gelir akıllarına. Ama İskender'in Kıbrıs gazisi emekli subay babasını da yanlarına almak zorunda kalmaları, hikâyeyi bütünüyle değiştirecektir. Baba yani Mazhar Alanson’un canlandırdığı Sait Tünaydın, filmin en önemli karakteri, üstelik Alanson’un üzerine fena halde yakışmış. Subay emeklisi olan harp gazisi babanın, sihirbazlık gösterileriyle uğraşan oğlunu takdir etmemesi, onun gurur duyulmayacak bir iş yaptığına inanmasıyla ilgilidir. Vazifesini ulvi değil, hafif bulur. Oğlu hokkabazlık yaptığı için aralarındaki gittikçe açılan o mesafe, yolculuk sırasında, oğluna bir kere gerçekten ve çok daha yakından baba gözüyle baktığında kapanacaktır.
Küçük adamın büyük hikâyesi
Sıradan insanların hayatlarını anlatırken devleşen Cem Yılmaz, toplumun içinde "yaşayan" bir hikâye anlatıcısı, bu haliyle küçük adamları sahneye çıkardığı her işinde fazlasıyla parıldıyor. Hokkabaz’ın temelindeki güçlü duyguyu besleyen şey de bu. Aslında, izlediğimiz klasik anlatıya yaslanan bir yol hikâyesi nihayetinde. Her hikâyede olduğu gibi; yola çıkılır, hesaplaşmalar-maceralar başlar, yol kahramana bir şey verir, finalde elde edilen o şeyi, kahraman geride bıraktığı hayatıyla birleştirip/çarpıştırıp kendisine varır, bu böyledir. Hokkabaz yolculuk hikâyelerinin ana akslarına sadık kalarak ilerliyor elbette, ama doğru kurulmuş baba-oğul çatışmasıyla birlikte umudunu kaybetmeme inadı, filmi finale kadar diri tutuyor. Komedi unsurlarının hikâyeye ustalıkla/incelikle yerleştirildiğini görebileceğiniz Hokkabaz’da, filmin iki damarından biri olan komedi, varlığını film boyunca bütün gücüyle hissettiriyor. Ölüm öncesi hipnoz sahnesinin doğal mizahi hali gibi, doğal ritminde akan dramın içindeki komedi filmde hakkıyla parlıyor. Görebilen gözlere aşk olsun.
Hokkabaz (2006) Cem Yılmaz’ın filmografisinde, olay yaratan ilk büyük işi G.O.R.A (2004) sonrasına denk gelen, aslında kırılma noktası sayılabilecek vazifeye sahip bir filmdi. Ticari başarıyı getirmeyen gişenin, Cem Yılmaz’ın yıllar sonra "Karakomik" olarak adlandıracağı kara mizah türündeki filmlerine geçişini geciktirdiğini bile söyleyebiliriz. Hokkabaz’ın beklenen ilgiyi görememesinin, seyircinin her anında güleceği katıksız komedi işleri izlemek istediğine dair doğrudan bir mesaj olarak algılandığı, Yılmaz’ın yoluna A.R.O.G ve Yahşi Batı gibi saf komedilerle devam etmesiyle açık olarak anlaşılabilir ve doğrulanabilir. Cem Yılmaz’ın bu verimli araziye geri dönmesi için, 2019 yılını beklememiz gerekecekti.
Komedi-dram türünün başarılı örnekleri arasına ilk sıralardan dâhil edebileceğimiz Hokkabaz, Türk sinemasının iki bin sonrası en iyi filmlerinden biri kuşkusuz. Ancak Cem Yılmaz’ın gölgesi, Cem Yılmaz’ın üzerine düştüğü için ortaya çıkan filmin değeri, aradan yıllar geçtikten, hikâye yıllandıktan sonra anlaşılacaktı.
Hokkabaz’ın Çanakkalesi
Çanakkale, İstanbul’un yakınlarında, ancak onun çok uzağında, kendi halinde, deniz kenarında, sakinliğini henüz yitirmemiş bir şehir. Şehitlik, Truva’yla birlikte şehrin ana simgesi. Kültürel olarak Trakya-Ege karışımı, Kaz dağlarını ilçeleriyle birlikte kalbinde taşıyor, kasaba sayılmasa da idari olarak büyükşehir değil. Nuri Bilge Ceylan, çocukluğunun geçtiği, Mayıs Sıkıntısı, Kasaba, Ahlat Ağacı gibi filmlerinin mekanı olan Çanakkale’nin Yenice ilçesine karşı duyduğu ilgiyi; "bilinçaltım buraya çekiyor beni" cümlesiyle açıklamıştı. Evet, buraların insanı kendisine çeken tuhaf bir cazibesi var gerçekten. Manevi havasının da bunda payı olabilir. Hokkabaz’ın Eceabat ilçesinin Küçük Anafarta köyünde çekilen sahnelerinde, şehrin kendi halindeki o taşrasına şahit olabilirsiniz.
Hokkabaz filmindeki Çanakkale’ye gelirsek, şehir öncelikle ulaşılması gereken bir hedefin adı olarak hikâyeye dâhil olurken, tarihsel önemine atıf yapılarak altı çiziliyor. İskender’in babası Sait, yaşadığı sorunları nihayete kavuşturmak için gömülmek istiyor Çanakkale’ye. Şehrin, bir asker için idealleştirilmiş en ulvi-yüce mezarın anlamıyla özdeş olduğunu, şehitlik ziyaretindeki diyaloglardan görmek mümkün. Zaten Hokkabaz’ın hikâyesini, Sait karakteri üzerinden düşündüğümüzde, Çanakkale’den başka şehri akla getirmek imkânsızlaşır.
Arzu Film ekolüne ait 70’lerin o sıcak-nahif-samimi aile filmlerine benzer bir dil tutturan Hokkabaz’ın kıymeti hakkıyla bilinmemiş hikâyesindeki mizah duvarına çarpa çarpa büyüyen saf güzelliği, yıllar sonra bile kendisini sıkılmadan izlettirmeyi başarıyor. Hakkıyla kaybedenlerin, inadına umut etmeleri; Hokkabaz tam olarak burada duruyor. Ne sihirdir ne keramet, küçük adamın büyük hikâyesindedir marifet.
Yorum Yaz