Kaybettiğimizi hatırlamak ya da kabustan bir dünya

SİNEMA Güncel

Nereye doğru gidiyoruz? Neyin kıtlığı bizi en çok endişeye düşürüyor? En çok neyi kaybettiğimize üzülürüz? Neyin hırsıyla yaşıyoruz? Mahremiyet sınırlarımız nereye kadar? Bunca eşya, teknolojik alet, konfor içinde endişe ettiğimiz ya da özlediğimiz ne? 

Dünya, dünyayı ve insanı emanet görüp yaşayanlar için korkunç bir alan. Bazı kavramlarsa bir oyunun sergilendiği bu alanda neden onlara ihtiyaç duyduğumuzu itiraf etmeden gündemimiz oluyor. Tüketim çılgınlığını yerleştirmek için elinden geleni yapanlar, yüzyıllar evvel sömürmek için fersah fersah uzağa gidenler, insanların hayatını ve doğal yaşamı işgal edenler, savaşlardan nemalananlar, nükleer silahları kullananlar, bir çok sektörün kar amacıyla temizlikten, kozmetiğe, teknolojiden, giyime ürettiği tabiatın dengesini bozan ve insana zarar veren ürünler. Ve şimdilerde çok sık duyduğumuz “sürdürülebilirlik” kavramı. Sürdürülemez hale gelen dünyamızın  hikayesini bir itiraf gibi insanlıkla paylaşan yönetmenlerse çok şükür ki var. 

Bir toplumun, ekosistemin, ya da sürekliliği olan herhangi bir sistemin işlerini kesintisiz, bozulmadan ya da sistemin hayati bağı olan ana kaynaklara aşırı yüklenmeden devam ettirebilme yeteneği olarak tanımlanıyor sürdürülebilirlik.  Bu kavramın, sistemin sadece ana kaynaklarının korunması olarak ifade edilmesinin yeterli olmadığını söylüyor Akira Kurosawa. Zira insanı anlamlı kılan vicdan, merhamet, sorumluluk hatta mahremiyet gibi değerlerin dünyanın somut sürdürülebilirliğinin de  şartı olarak görüyor yönetmen. Düşler  sanatçının hem bakış açısının hem sinemasının hem ressamlığının bir izdüşümü olarak yansıyor beyaz perdeye.

Film dünyaca ünlü Japon yönetmen Akira Kurosawa'nın kendi rüyalarından yola çıkarak insana ve doğaya duyduğu kaygılarını anlattığı bir film. Düşler, akademide ders veren Subay bir babanın askerliğini tam anlamıyla yapamayan çelimsiz oğlunun,  alev alan bir tavayı yanan ellerinin acısına rağmen bahçeye atarken ayağına takunyalarını giymeyi ihmal etmeyen son derece güçlü bir annenin evladının hikayesi. İlkokulda ancak serbest resim yapmasına müsaade edildiğinde içindeki ressamı ortaya çıkaran bir öğrencinin izleri. Düşler, okulda öğrenme güçlüğü çektiği düşünülen, akranları tarafından alay edilen farklı düşünme biçimlerine sahip bir çocuğun serüveni. Ölen bir köpeğe günlerce yas tutacak kadar merhametli, naif bir oğlanın iç dökümü. Düşler, babasının sık sık götürdüğü masal anlatıcılarıyla hayal gücünü besleyen bir dinleyicinin  acımasız gerçeklerle yüzleşmesiyle kurduğu sinema evreni.

Kurosawa, kendi coğrafyasının hikayesini, gelenek ve kültürüne sahip çıkarak güçlü ve görsel bir şölene dönüştürerek anlatırken asıl amacını gizlemiyor.  Yönetmenin derdi kendi coğrafyasının hikayesinden yola çıkarak insanlığın gelecekteki hikayesini anlatmak.  Mahremiyetin ihlalinden, doğanın ve insanın sömürülmesine; doğanın, insanın ve erdemlerin sürdürülebilmesi gerekliliğine her bir rüya ile temas ediliyor. Yönetmeninin 1994 yılında çektiği karamsar sayılabilecek film dünyanın halihazırdaki gidişatıyla son derece uyumlu. 

Büyük Kanto depremini, Tokyo’daki büyük yangını, nükleer silah kullanımının yarattığı yıkımı, depremden sonra Tokyo’da yaşayan Korelilerin katledilişini, kendi rüyalarından yola çıkarak anlatırken Kurosawa taşıdığı endişeyi birbirinden şık, sanatsal sahnelerle birleştiriyor. Robert Openheimer’ın,  Christopher Nolan’la  tekrar gündeme geldiği bu günlerde Düşler de izlenip didik didik edilmesi gereken bir film.

Filmde karşımıza çıkan iblisleşmek mefhumu ülkelerin, insanların kendini hesaba çekmesi için bir işaret fişeği. Fişeğin aydınlattığı yeri okumak ve kaybettiklerimizi hatırlamak ise kabustan bir dünyayı  gelecek nesillere bırakmamak için  acil bir eylem.

Velhasıl  dönüştüklerimiz, kaybettiklerimiz ve yerine koyduklarımız üzerine düşünmemiz için bir pencere bu film. Su Köyü’ndeki yaşlı bilge adamın sözleri muhtemelen yüzyıllar sonra bile paylaşılacak ve unutulmayacak bir replik. Bu sözleri bir çok şey gibi kendimizi de yok etmemek için sık sık hatırlamamız gerekiyor sanırım. “İnsanlar rahata fazla alışıyor. Rahatın daha iyi olduğunu sanıyorlar. Gerçekten iyi olan şeyleri sokağa atıyorlar… Bugünkü insanlar sadece doğanın bir parçası olduklarını unuttular. Ve hepimizin bağımlı olduğu doğayı yok ediyorlar. Her zaman daha iyi bir şey yapabileceklerini zannediyorlar. Özellikle de bilim adamları. Akıllı olabilirler ama çoğu doğanın kalbini anlayamıyor. Sadece sonuçta insanları mutsuz eden şeyler icat ediyorlar. Yine de icatlarıyla gururlular. Daha kötüsü, birçok insan da öyle. Onlara mucizelermiş gibi bakıyorlar ve onlara tapıyorlar. Bilmiyorlar ama doğayı kaybediyorlar, kendilerinin de yok olacağını göremiyorlar…”



Yorum Yaz