Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
“Döngü”de Sevim’in uyanış sürecini izleriz. İlginç olan bu uyanış halinin Sevim’in en uyku ile uyanıklık arası, yakaza hallerinden yeşermesidir. “Koridor”daki karakterlere benzer bir şekilde burada da Sevim’in vicdan muhasebesi, hesaplaşmaları, içinden atamadığı sorular bir hayalet gibi filmin içerisinde dolaşır durur.
Erkan Tahhuşoğlu ilk filmi “Eşik”te (2017) deliliğin sınırındaki iki kadının hikâyesini anlatmıştı. İkinci filmi “Koridor”da (2021) ise aynı evde yaşamaya mecbur kalan iki yaşlı kadının gündelik hayatına kamerasını yöneltmişti. 31. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nden En İyi Senaryo Ödülü ve Film Yönetmenleri Derneği (Film-Yön) En İyi Yönetmen Ödülü ile dönen, 12. Boğaziçi Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü ile taltif edilen, festival yolculuğu devam eden “Döngü”de ise ölçek genişliyor. Gündelikçi bir kadın olan Sevim’in (Serpil Gül) senelerdir hizmet verdiği yaşlı kadın Ayten (Emel Göksu) ile aynı evde çalışan ve ev kazasında mağdur olan göçmen Lena (Ftesa Hazrolli) arasında kalışı ve bu süreç içerisinde yaşamış olduğu dönüşüm nazara veriliyor. Yönetmen burada da diğer filmlerinde olduğu gibi toplumsal bir meseleye işaret ederken yer yer psikolojik, gerilim unsurlarla anlatısını zenginleştiriyor.
Yönetmenin iki yaşlı kız kardeşin hikâyesini anlattığı “Koridor” filminde bazı sahneler izleyicide adeta bir Diane Arbus fotoğrafına bakar hissi uyandırıyordu. Mesela iki kardeşin omuzlarına düşen beyaz saçları ile kahvaltı başında oturduğu an. Mekânla yekvücut olmuş bedenleri, yüzleri birbirine yöneldikçe, karakterler konuştukça geçmişe dönük bir hesaplaşmaya şahit oluyordu izleyici. Tıpkı bu iki yaşlı kadının bedeni gibi içinde yaşadıkları ev de eskimiştir. “Koridor”da olduğu gibi “Döngü”de de ev önemli bir metafordur. “Koridor”daki tek mekân “Döngü”de kısmen çeşitlenir. Bu defa hikâye üç ev arasında geçer. Biri yaşlı kadın Ayten’in evidir, biri gündelikçisi Sibel’in, diğeri ise Ayten’in bakıcısı Kosovalı Lena’nın evi. Senaryonun merkezinde Ayten’in evi vardır. Varlıklı bir kadın olan Ayten’in evi de adeta söylemleri gibi diğerleri üzerinde üstten bir dil kurar, ilişkileri dizayn eder. Her ne kadar nezaketli görünse de baskın ve zor bir karakterdir Ayten. Bir gün evlerinde temizlik işlerine bakan, sigortasız çalışan Lena avizeleri temizlerken düşer ve ciddi bir şekilde sakatlanır.
Ayten Hanım ve oğlu senelerdir yanlarında çalışan, “ailenin bir parçası olan” Sibel’den, mağduriyetinden ötürü hukuki yollara başvuracak olan Lena’yı şikâyetten vazgeçirmesini ister. Sevim kayıtsız şartsız elinden geleni yapar, fakat yapamadığında maruz kaldığı muameleyi beklememektedir. Ayten ve oğlunun nezâketinin altındaki bencilliği, kibri, şiddeti bu anlarda fark eder. Lena ise kalıcı sağlık sorunları riskine rağmen başlangıçta tepkisizdir. Lena’nın yanındaki akrabası Vera, haksızlığı yüksek sesle dile getiren tek kişidir. Tahhuşoğlu, Vera ile Lena’yı aynı kişi gibi düşünür. Lena’nın iç çatışması, temkinli hali, dile getiremedikleri, içindeki hıncı bu iki karakterin diyaloglarında gün yüzüne çıkar. Yönetmenin temel meselesi şüphesiz sınıf meselesidir. Bu bahsi açarken sınıf çatışmasını doğrudan zengin ile fakir arasında kurmak yerine, birbirine daha yakın duran gündelikçi ve bakıcı arasındaki ilişki üzerinden irdelemesi senaryonun dikkate değer tarafı. Lena’nın göçmenliği onu daha muhtaç duruma düşürürken, Sevim’in kendini ailenin bir parçası zannetmesi, senelerdir hizmet ettiği kişilerin kendisine dönük söylemlerini Lena’ya yönelterek yankılaması, çoğaltması ise karakterin içine düştüğü handikaptır. Farklı evler üzerinden farklı sınıfsal katmanların hayatına sokulur kamera. Ayten’in evi, boyunu aşan porselenlerle, tavanlardan sarkan avizelerle döşelidir; Sibel’in evinde mütevazı yemek sofrasında ev ahalisinin içine düştüğü ekonomik kriz konuşulurken, Lena’nın arkadaşları ile kaldığı, duvarları boş evde ise uğradıkları haksızlığı nasıl aşacakları tartışılmaktadır.
Filmde Sevim’in uyanış sürecini izleriz. İlginç olan bu uyanış halinin Sevim’in en uyku ile uyanıklık arası, yakaza hallerinden yeşermesidir. “Koridor”daki karakterlere benzer bir şekilde burada da Sevim’in vicdan muhasebesi, hesaplaşmaları, içinden atamadığı sorular bir hayalet gibi filmin içerisinde dolaşır durur. Gündüzleri hayat telaşı içerisinde Sibel’in iç hesaplaşmasını sadece donuklaşan bakışlarında görürüz, tanımadığı insanlarla göz göze gelişlerinde... Geceleri ise iç muhasebesi, hayaletler adeta cismâniyete bürünür. Gece her zaman sorgulamalara daha açıktır, düşünce mekanizması gündüzden farklı çalışır. Belki de akıldan çok sezgilerin devreye girmesi ya da ancak gece vakitleri sezgilerin sesini duymaktan kaynaklıdır. Karanlık ve sessizliğin içinde kendi içine dönük bir bakış daha mümkündür. Filmdeki rüya ile gerçek arası sahnelerden her çıkışta karakter bir adım daha yol alır. Sevim'e yol gösteren, sezgilerini harekete geçirecek diğer bir etken de torunudur. Sevim’in hayatta kalma gailesi, maişet derdi, ast üst ilişkilerini benimsemişliği, pekiştirilen muhtaçlık hali üzerinde kat kat kabuklara dönüşmüş gibidir. Gözünün önünde cereyan eden olayda haklı ile haksızı ayırt edemeyecek, doğrunun yanında saf tutamayacak kadar zihni uyuşmuştur. Henüz bu döngünün içerisine girmemiş torun ise daha berrak bir kavrayışla yanlış giden bir şeyleri hisseder ve anneannesini kolundan tutup o evden çıkartmak ister.
Tahhuşoğlu’na göre insanların kötülüğü, onların kişisel özelliklerinden değil, sınıfsal konumlarından kaynaklanır. Sınıfsal aidiyetlerde pekiştirilen, çoğalan söylemler, hallerin dolaşımı, kanıksanması toplumun kılcallarında gezinen kötümser bir ruha dönüşür. Çünkü pasifize eder, içinde muhâkeme yoktur, bir düşünememe halidir, teslimiyetçidir... Gündelik hayatın akışında karakteri sık görüşümüz biraz da bu bakışın yansımasıdır. Yansımalar, şehrin akışı, kalabalığın içerisinde alnını otobüs duvarına yaslamış, üst geçitten geçerken, bir yerden bir yere yetişmeye çalışırken görürüz hep Sibel’i. Damadının dikiş tutturamaması sebebiyle işlerinin zora girmesinin yükünü de o taşır, yanında çalıştığı ailenin çözemediği problemlerinin tasasını da. Sevim’in yorgun ruh hali Serpil Gül’ün başarılı oyunculuğu ile iyice koyulaşır. Fakat yan karakterlerin aynı güçte hikâyeye katıldığını söylemek zor. Sevim’in damadı da kızı da, hatta Lena’nın varlığı da senaryoda yeterince iyi işlenememiş, iyi fikirler olarak kalır.
“Döngü”, bir psikodrama. Yönetmen, “Koridor”da olduğu gibi bu filmde de sosyal problemlere işaret ederken karakterlerine psikolojik alanlar açmakta, kullandığı ışık, ses ve mekân tasarımı, müzik tercihleriyle filmi gerilim unsurlarıyla beslemekte. Karakteri içine çeken yatak, duvardaki aile fotoğrafları gibi pek çok nesneye yaklaşan kamera bu nesnelerden ve mekândan bir duygu çıkarma arzusunda. Filmdeki sessizlikler, boşluklardan sızanlar, imgelerin dile gelişi Sevim ile birlikte izleyicinin de kulağına bir şeyler fısıldamakta.
Yorum Yaz