Yeşilırmak çağırınca…

SEYAHAT Güncel

 

Havaalanından şehre doğru iki tarafta verimli bir ova uzanıyor. Daha önceki gelişlerimde Sivas havaalanına iniş yaptığımızı sonra arabayla Tokat’a vardığımızı hatırlıyorum. Artık Tokat’ın kendi havaalanı var, hem de en güzelinden. İçinden nehir geçen şehirlere ayrı bir sevgim var, Tokat da güzelim Yeşilırmak sayesinde nadide şehirlerimin arasında; İsfahan, Paris, Bosna, Dublin, New York ve niceleri…

Bugün Pazar. Uyku tutmadığından sabah yedide sakin bir yürüyüşe çıktım. Bütün dükkanlar kapalı. Her gelişimde aceleden ihmal ediyorum fakat bu kez kararlıyım, meşhur baskı desenlerle donanmış tülbent ve elbiselerden alınacak. Fakat esnaf tatil günü dükkanını kaçta açar bilinmez.

Açık yerler yok değil; Simit Evi, Tokat Simidi yazan birkaç canlı dükkan yetiyor mutlu olmaya, önlerinde bir iki sepet bahçelerden yeni toplanmış can eriğini de görünce daha ne ister ki insan. Simit lezzetli fakat biraz kuru, çay bulmak şart. Çocukluğumuzdaki gibi çaya batırmak güzel olur. Birkaç tane alıp çantama attım ev halkına tattırmadan olmaz. Neşet Ertaş fotoğraflı kafeler görüyorum. Üstat Kırşehirli değil mi, bu ne güzel vefa. Burada da kıymeti biliniyor demek ki. Hemşehri ya da komşu sayılır zaten.  

Otelden nehre ulaşmak için ana cadde üzerinde uzun süre yürüdüm, sonunda meşhur Taş Köprüye vardım. Biraz güneş geçti başıma ama değdi. Fedakârlık etmeden hiçbir şey olmuyor. Ne kadar erken çıkmış olsam da sabah güneşi bütün sıcaklığıyla kavurmaya başlamıştı bile. Şehirde bir olağandışılık var, tuhaf bir kurgu kendince ilerliyor ve büyülenmiş gibi Tokat’a bağlanıyorum. Köprüye ve Yeşilırmak kıyısına ulaştığımda nehre teslim olmuştum bile. Kıyıda ilk büfenin açılışını izliyorum. Diğer restoran ve kafeler henüz harekete geçmemişken erkenci harika esnaf çayı demlemiş bile, bir tomurcuk kokusu ağaçlardan doğru. Etrafı sulayıp çalı süpürgeyle süpürdü, ta aşağılara inip nehrin kenarındaki bir söğüt gölgesine oturmuş olan beni gördü. Henüz hiç kimse yok. En sevdiğim ağaçlardan biri olan yılların söğüdü kendi usulünce konuşuyor. Dalları masayı tamamen gölgesine almış. Unutulmaz bir an. Bu esnada Ağaçların Özel Hayatı’nı açmıştım, Alejandro Zambra’dan, söğüdün gizemi ve derin anlamlarını düşünüyordum. Tevafuklar saadet zinciri gibi dizili. Büfecimiz sabahın ağlamaklı duruluğunda bir müzik patlattı, bilin bakalım hangi şarkı, Neşet Ertaş’tan Leyla. Bu an kabul olmuş dua sevinci yaşattı. Sonra yakınıma genç bir çift oturdu, ağırbaşlı güzel gençler, sevgi dolu ve ölçülüler. Genelde oluşan resimleri aklıma ve kalbime yazmayı tercih etsem de nehri, köprüyü, söğüdü, hatta masadaki kitapları içine alan bir fotoğraf çekmeye çalıştım. Hangi resim bize kokuyu, sesi, ruhu, içteki çarpıntıyı verebilir. Kitaptaki satırların ortamla birlik olan büyüsünü,  nehrin kalp atışlarını, köprünün tanıklığını, muzip sır saklama halini. Koyu gölgede Yeşilırmak kenarında otururken. Etel Adnan senin dünyaya yayılan tecrübelerini, sanatınla iç içe geçen daimi mültecilik hikayeni, yerleşememe halini anlatan şiirlerini okuyorum. Herman Hesse, senin de Ağaçlar kitabını atmışım çantama, nedenini hiç bilmeden.

Sonra masal gibi sokaklardan Yazmacılar Hanı’na vardım. Han otele dönüştürülmüş, yazmacılar gitmiş oralardan. Avluda genç bir çift asık suratla kahvaltı ediyor ikisi de sadece telefonuyla ilgili. Mekandan şehirden avludan ötekinden sevdiğinden bîhaber haller. Akşamüstü vakit olursa öteki dükkanlar açılmış mı diye bakabilirim. Midyat’ta bazı kadınlarla karşılaşmıştım, baskı tekniklerini öğrenmek için Tokat’a gelip burada kurslara katılmışlar. Hocaları esirgemeden bütün kalıplarını boyalarını ve sırlarını vermişler bir haftada. Ketenlere pamuklara ipeklere nice desenler yapılıyor bu bilgilerle.  

Otele döndüğümde turlarla gelen yerli turistlerden asansöre geçemiyorum, Talha Uğurluel ile Tokat-Amasya-Sivas gezisi yapan yolcular var. Türkiye’nin her köşesinden kadınlar yalnız ya da kadın arkadaşlarıyla turlara çıkıyor. Tokat’ın köylerindeki kadınları araba kullanırken, aynı anda hem tarım hem de öğretmenlik gibi meslekleri icra ederken görmek hiç de istisnai bir durum değil. Restoranlarda tek başına masasını donatmış, telefonundan bir video açmış, kulaklığıyla izleyerek yemek yiyen kadınlarla karşılaştım. Bu değişimi ve kentleşmeyi algılayamadan aile hakkında hâlâ beylik laflarla söz almaya cesaret edenlere ne demeli.

Güçlükle ulaştığım odamdan harika evler ve yapılar görünüyor. Şehir romantiği olarak buralardan bir ev kiralayıp bir süre kalmak lazım diyorum, öyle güzel. Taşhan’a gittim, eski bir han ve en güzel şekilde değerlendirilmiş. Tıpkı Diyarbakır’daki Hasanpaşa Hanı. Ortada ruha şifa bir avlu, etrafına dizili odalar ve hayvanların tutulduğu dinlendiği yerler. Zamanın ruhu, medeniyetimizin herkese hakkını teslim eden geleneği bu işte. Taşhan şimdi geleneksel sanatların alışveriş merkezi ve orta avlu güzel bir çayhane. Hayvanların bağlandığı dinlendiği yerler de şimdi harika dükkanlara dönüşmüş. Gece on iki olduğunda hâlâ yerli yabancı turistlerle kaynıyordu mekan. Sabah çok erken kahvaltıya indim ve yine ortam çok kalabalıktı, iki otobüs dolusu kadın yolcu Sivas’a doğru yola çıktılar.  

Yağıbasan Medresesi’ne doğru yola çıktım. Hemen yakınında küçük bir bakkal dükkanı vardı. Burada çok kıymetli bir İslam Eserleri Müzesi açılacakmış, bir dahaki sefere görürüz nasipse. Bakkal dükkanında ekmek, patates ve soğan dışında bir şey göremedim. Bakkal beyin çocukları bağ bahçe istemiyoruz, bakamayız, uğraşamayız deyince o da her şeyi satıp şehre yerleşmiş, bu küçük dükkana sığınmış. Şehirleşmenin ilerlemenin bedeli olan betonların arasında ekmek satıyor. Cevizli Han’ın hemen köşesinde. Şehrimiz sakin mutlu ama biraz daha yatırım lazım diyor.  

Biraz ilerleyince eski bir yapının tabelasında Bedesten yazdığı için canlı bir çarşı var gibi umutlanıyor insan. Meğer bedesten mekanında Arkeoloji Müzesi açılmış. Kesinlikle görmek lazım. Nadide eserlerden oluşuyor. Fakat tarih içinden bakınca Bursa Bezistan’ı, Saraybosna Bedesteni, İstanbul Kapalıçarşısı’nın hep aynı ruhtan yapılmış devamlılığını görmek heyecan verici.

Entelektüellerimizin bazıları övünürcesine Urfa’yı bilmiyorum, Ankara’nın ötesine geçmedim, Diyarbakır’ı görmedim, Asos, Bergama bana yeter derken büyük bir yoksulluk içindeler. Hareket halindeki binlerce insan ülkesini yakından temaşa etme derdinde. Onlar ülkenin bütün uçlarını birbirine ulayan meraklı merhametli güzel insanlar. Ülküleri sevinçleri üzüntüleri ortaklaştırıp ülkeyi tekrar vatan yapan kişiler. Yolları bereketli insaniyetli Tokat’tan geçirmek ise arif olanların olmazsa olmaz tercihi.

 

Yorum Yaz