Lübnan’da dört gün

SEYAHAT Güncel

Bir ülkede farklı milletlerden insanların yaşadığını görmek benim o ülkeye gitmem için en büyük sebeplerden biridir. 2021 yılında Lübnan’da Yunus Emre Enstitüsü ve Beyrut Büyükelçiliği davetiyle konsere gittik. Kardeşim Selahattin Anar, eşim Damla Anar ve Neyzen dostum Tuğrulhan Şen ile Beyrut uçağına bindik. Lübnan’ı gerçekten çok merak ediyordum. Sadece ben değil ekibim de merak ediyordu. O zamanki Yunus Emre Enstitüsü müdürü sevgili Furkan Özdemir bizi Beyrut havaalanında karşıladı. Arabaya bindik ve kendimizi Furkan hocaya teslim ettik. Yol alırken Furkan hoca ülkedeki Müslüman, Hristiyan ve Dürziler'den bahsediyordu. Havaalanı Şiiler'in yaşadığı semte yakındı. Lübnan’da Şiiler'in yaşadığını Hizbullah ismi sebebiyle biliyordum zaten. Şehrin doğu yakasında Hristiyanlar, batı yakasında çoğunluğu Sünni olan Müslümanlar yaşıyor, Beyrut’un simgelerinden Muhammed el-Emin Camii bu iki bölgeyi bir sınır gibi ayırıyordu.

Çok acıkmıştık. Furkan hoca bizi Beyrut’un batı tarafındaki müthiş restoranlardan birine götüreceğini söyledi. Heyecanla etrafı seyrediyorduk. Bir yandan da Furkan hoca yolumuzu biraz daha uzatıp şehri anlatmaya devam ediyordu. “Holiday in Beirut” isimli otelin yanında durduk. Savaşın ardından kimsenin kullanmadığı, terk edilmiş bir otel. Otele baktıkça savaşın izlerini görüyorduk. Şehrin meydanındaki heykeller ve anıtlarda binlerce kurşun izi gördük. Otel beni çok etkiledi. O kadar ki, daha sonra bu otel anısına bir beste yaptım. 1975’ten 1990’na kadar süren Lübnan İç Savaşı; şehrin her yanına sinmişti. Savaş bitse de ardında bıraktığı yaralar kabuk tutarak yaşamaya devam ediyordu ama yine de insanlar her şeye rağmen yaşamaya çalışıyorlardı. 

Sonunda yemek yiyeceğimiz restorana vardık. Karşımızda Beyrut’un simgelerinden biri olan Güvercin Kayalıkları duruyordu. Kayalar sanki bir şey anlatmak ister gibi insanlara bakıyordu. Şehre gelen turistler fotoğraflar çekiyordu. Siparişlerimizi verdik, ana yemeğimiz gelene kadar müthiş ve birbirinden farklı mezeler geldi masaya. Lübnan mutfağı muhteşemdi. Humus yemeyen beni bile humus hastası yaptı Lübnan mutfağı. 

Yemekten sonra otele geçtik. Ülkede sadece beş saat elektrik veriliyordu. Günün çoğunda elektrikler kesikti. Maddi durumu iyi olanlar jeneratör kullanıyorlardı. Bu durum uzunca bir süredir de devam ediyormuş. Ertesi gün Beyrut’u dolaştık. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen şehir ayakta durmaya çalışıyordu. İlk önce görkemli bir yapı olan Beyrut Amerikan Üniversitesi’ni gezdik. Sonra “Michael" adlı bir müzik markete girdik. Plak ve albümlerle dolu bir dükkan. Altı albüm satın aldım. (Rami Khalife, Tarek Yamanı Trio ve Yarub albümlerini.) Müzik mağazasının hemen karşısındaki Libraire Bookstore mağazasını da ziyaret ettik. Arapça okuyamama rağmen hayranı olduğum Mahmud Derviş’in iki şiir kitabını aldım. Mahmud Derviş kitaplarının şahsi kütüphanemde durması bana Beyrut’u hatırlatacaktı.

Ertesi gün konser zamanıydı. Konseri Trablus’ta yapacaktık. Bir saatte geze geze vardık Trablus’a. Trablus bana Adana’yı anımsattı. Şehri gezdik epey. Sanki Adana sokaklarında geziyorduk. Mansuri Camii (Trablus Ulu Camii) bütün ihtişamıyla bizi kendine hayran bıraktı. Camide yarım saat oturduk. Sanki taşların bir hikayesi vardı. Sonrasında şehrin meşhur tatlıcısı Tatlıcı Hallab’a gidip "mefruka bi fıstık" tatlısı yedik. Çok lezzetliydi. Giden herkes için tavsiye ederim. 

Konser akşamdı ve konser yaptığımız salon dışında neredeyse hiçbir yerde elektrik yoktu. Bu sebeple herkes konsere gelmişti. Müthiş bir akşam oldu. Konser bitmesine rağmen dinleyicilerimizin yoğun alkışlarıyla tekrar sahneye çıkıp iki eser daha icra ettik. Bizim için de dinleyicilerimiz için de unutulmaz bir akşam olmuştu. 

Ertesi gün akşam uçağıyla dönecektik. Sabah otelde çok güzel bir kahvaltı yaptık ve sonra Sayda şehrine gittik. Sayda şehri beni en çok etkileyen Lübnan şehri oldu. Şehri gezerken kendimi bazen Mardin’de bazen de Yezd sokaklarında gibi hissettim. Şehrin sokaklarında dolaşırken müzik müzesini de tesadüfen keşfettik ve girip antika enstrümanlara yakından baktık. Sonrasında şehirdeki Kadiri Dergahı’nı ziyaret ettik. Dergah görevlisi bizi kırmadı ve içeri aldı. Dergahın tavanındaki hatlar inanılmaz güzeldi. Baktıkça bakası geliyordu insanın. 

Furkan hoca anlatmaya devam ediyordu. Sayda şehrindeki Filistinli mültecilerin kampından bahsediyordu. Onlar için dua ettik. İsrail kurulunca binlerce Filistinli Lübnan’a taşınmak zorunda kalmış. 15 yıl süren Lübnan İç Savaşı’nda Filistinli mültecilerin de rolü varmış. Filistinli mülteciler, Lübnan iç siyasetindeki çıkar çatışmalarının bir parçası haline gelmiş. Hatta Lübnan halkı Lübnan İç Savaşı’nın sorumluları olarak Filistinlilerin gösteriyorlarmış. En önemli sebep olarak da 1967 Arap-İsrail Savaşı ve 1970 “Kara Eylül” olayları sonrasında Lübnan’a yerleşen Filistinlilerin, Lübnan sınırları içerisinden İsrail topraklarına saldırmaları olmuş. Bu saldırı sonrası İsrail’in Lübnan’a karşı saldırı gerçekleştirmesiyle birlikte Lübnan’ın yerli halkı da zarar görmüş. Buna karşın Lübnan hükümeti ülkeden Filistinlileri çıkarmak istese de dürziler ve müslümanlar buna izin vermemiş. Furkan hoca anlatırken Filistinlilerin yaşadıklarına duygulanmamak elde değildi. Bir insanın vatanını terk etmek zorunda kalması kadar acı bir şey yok. Düşünsenize doğup büyüdüğünüz topraklara birileri gelip el koyuyor. Başka bir ülkeye gitmek zorunda kalıyorsunuz orada da sizi rahat bırakmıyorlar. Ne acıdır bu. Bir gün Filistin’in özgür olacağını ve Filistin halkının kendi topraklarında özgürce yaşayacağı günler için dua ettik. 

Sayda şehrinin dokusu büyüleyiciydi. Yarım gün Sayda sokaklarında dolaştık. Çok eski bir küçük handa kahve içtik. En son da yemeğimizi yedik ve şehrin Fenikeliler'den kalma kalesinde hızlıca dolaşıp havaalanına gittik.

Lübnan’da geçirdiğim dört gün çok güzel anılar biriktirmeme vesile oldu. İtiraf etmeliyim ki bir yandan da bu ülkedeki bitmeyen savaşın izlerini görmek canımı acıtmıştı. Lübnan’daki iç savaşı fırsat bilip kendi çıkarları için kendilerine yakın buldukları grupları destekleyerek savaşın daha da uzamasına sebep olan başka ülkeler de binlerce insanın ölmesine sebep olanlardandır.

Ülkede gittiğimiz tüm kafelerde Feyruz’un resimlerini gördük. Halk Feyruz’u çok seviyordu. Feyruz demek Beyrut ve Lübnan demekti. Ülkesinde savaş çıkınca hemen kaçıp giden sanatçılardan değildi Feyruz. Halkıyla beraber ülkesinin sesi olmuş bir sanatçıdır Feyruz.

İstanbul’a, evimize dönünce kardeşim Selahattin ile “Sayda” adlı bir beste yaptık. Durup durup “Sayda ne güzeldi," dedik. Bir gün haberleri izlerken Sayda’nın İsrail tarafından bombalandığını gördüm. Gözlerimden yaşlar döküldü. Umut ediyorum ki bir gün Feyruz “Li Beyrut” şarkısını Lübnan özgür olduğunda söyleyecek. Bu benim hayalim. 

Yazımı Mahmud Derviş şiiriyle bitirmek istedim. 

“Babam, kardaşlarım, yakınlarım, yoldaşlarım! 

Belki hayattasınız

Belki değilsiniz

Belki benim gibisiniz. Adressiz! 

Yurdu yoksa

Bayrağı yoksa

Nedir kıymeti insanın?

Evet, nedir kıymeti insanın

Adresi yoksa?!”

                            —[ Mahmud Derviş ]

 

Yorum Yaz