Gül Baba’nın Yurdu : Budapeşte

SEYAHAT Güncel

 

Macaristan’ın başkentine, bir zamanlar Kanunî Sultan Süleyman’ın, Gül Baba’nın, şehitlerin aziz hatıralarının emanet edilmiş olduğu Budapeşte’ye, bir belgesel filmin çekimleri dolayısıyla gitmiştik. 

Budapeşte, Tuna’nın iki yakasına yerleşmiş olan Budin ile Peşte’den oluşuyordu. Bin sekiz yüz yetmiş üç yılının on sekiz kasımında birleşmiş olan bu iki yaka, o büyülü şehir Budapeşte fotoğrafını bütünlüyordu. Bir zamanlar iki kenti birbirine Chain Köprüsü bağlıyordu. Şimdi Tuna üzerinde birbirinden güzel köprüler var.

Budapeşte, Berlin’den sonra Avrupa’nın ikinci büyük kenti. Budin Kalesi’ni gördüğümde, eteğinde yatan şehitlerimizin, bir Bektaşî azizi olan ve Kanuni’yle birlikte Zigetvar Seferi’ne çıktığı, sonra şehit olduğu söylenen Gül Baba’nın hatırasının nasıl capcanlı olduğunu gördüm.

Büyük hakan Kanûnî, bu şehri, bin beş yüz yirmi altı senesinde fethetmiş. Yaklaşık bir buçuk yüzyıl Osmanlı egemenliğinde kalan Budapeşte, bin altı yüz seksen altı yılında devlet-i âliyye’den çıkıyor. Bu süre içerisinde, Osmanlı’nın, fethettiği her beldede yaptığı gibi pek çok güzel eser kazanmış. Evliya Çelebi’den öğrendiğimize göre, bu büyülü şehirde, yirmi beş camii, on iki medrese, on altı mektep, kırk yedi mescit, iki hamam, dokuz han, sekiz kaplıca,  bir bedesten ve bir saat kulesi inşa edilmiş. Budapeşte’de gezerken, gözlerimiz, bu eserleri aradı ama çoğu, maalesef yıkılmış. Tarihsel bir gerçeği görmek için Budapeşte'de gezmek yeterli: Osmanlı, fethettiği yerleri yıkmamış, yapmıştır. Var olanı korumuş, saygıyla ve sevgiyle yaşatmış, bu mirasa yepyeni bir zenginlik eklemiştir. Kuraldır: Bir medeniyet, ötekini yok ederek kendini var kılamaz. Osmanlı, İslam medeniyetinin bir versiyonu olarak, bu sırrın tarih boyunca içten içe işlediği bir deneyimdir.

İkinci Dünya Savaşı’nın son evresinde, Budapeşte’de de belirli bir yıkımın yaşanmış olduğunu görüyoruz. Nihayet bin dokuz yüz kırk dokuz yılında, Komünist Halk Cumhuriyeti ilan ediliyor ve Macaristan için yeni bir toplumsal-siyasal süreç başlıyor. Budin Kalesi’nin gördüğü asıl tahribat da bu sürece tekabül ediyor. Seksenli yılların ikinci yarısına değin sürecek olan bu dönemde de gerek Osmanlı’dan gerekse Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndan kalmış olan mimari mirasın bir kısmının yol olduğu söyleniyor.

Budin’in yüksekçe bir yerinde, Gültepe adı verilmiş olan tepede türbe-i şerifi bulunan Gül Baba, şehrin sakinlerince –Müslüman olsun olmasın, herkesçe- bir aziz, bir bilge olarak biliniyor ve saygı duyuluyor. Türbeye vardığımızda, bir gelinle damadın ziyaret etmekte olduğunu gördük. Kendileriyle ziyaret sonra söyleşi yaptık. “Gül Baba kimdir?” diye sorduğumuzda, tereddütsüz, “büyük bir aziz” dediler. “Niçin buradasınız?” diye sorduk. “Birlikteliğimizin uzun süreli ve huzurlu olması için dua ettik,” diye cevap verdiler.

Onları başka ziyaretçiler izledi.

Gül Baba, Balkanlar’a, dokuzuncu yüzyıldan itibaren tekil veya topluluk halinde gelmiş alperenlerin Kanuni Dönemi’ne denk gelen ariflerinden…Ondan önce, Balkanlar’ı mayalamak üzere gelen Demir Babalar, İbrahim Babalar, Kızıl Deli Sultanlar, Otman Babalar, Sarı Saltıklar, adını burada anamayacağımız kadar çok olan Hak erenlerden söz etmek gerekir. Balkanlar, öncelikle bu dervişlerce fethedilmiştir. 

Hak erenler, geldikleri yerde, bütün varlığı Hak bilme idrakiyle davranmış, yerli sakinlerin gönlüne girmiş, onların gönüllerini hakikate açmış, fethetmişlerdir. Gönüllerdeki fütuhattan sonra, artık buralara devlet-i âliyye’nin gelişi için elverişli bir zemin oluşmaya başlamıştır. Bu etkenler dışında, özellikle yerel yöneticilerin, prenslerin ve toprak sahiplerinin yerli ahaliye aykırı gelen uygulamaları, zulüm boyutuna varan davranışları da anılmalıdır. Osmanlı’nın tevhid-i adl ilkesi ekseninde taşın suya düştüğünde oluşturduğu hâleler gibi bir yayılışla adalet uygulamaları buralara kadar ulaşmış, toplumsal beklentiyi de kışkırtmıştı.

Gül Baba, Rumeli erenleri arasında bizatihi sefere katılan bir gazidir. 1526 yılında, Kanuni Sultan Süleyman’ın özel çağrısıyla Budin Seferi’ne iştirak eder. Bir rivayette şehit olur, bir başka rivayete göre ise, seferden sonra Budin’e yerleşir, yaklaşık on sene yaşar ve burada Hakk’a vuslat eder. Bektaşî meşreptir. Bin beş yüz kırk bir yılının iki eylülünde Hakk’a göçmüştür. Evliya Çelebi, cenazesine on binlerce Macaristanlının katıldığını belirtir. Sadece Müslümanlarca değil, bütün halk tarafından derin bir saygı ve sevgi görmüştür. Adı ise, üzerinde sürekli bir gül taşımasından kinayedir.

Budin’deki türbenin bulunduğu sokağın adı da, Gülbaba Sokağı. Levhayı görünce, Hazret’in ruhaniyetinin bu iklime nasıl sinmiş olduğunu hissedebiliyorsunuz. Türbenin bulunduğu alanda sonradan yıkılan bir de tekkesi olduğu söyleniyor. Hazret’in, Miftahu’l-Gayb adlı bir eseriyle şiirleri var. Budapeşte’ye mührünü vurmuş olan Gül Baba'nın türbesi bir dönem onarılmış. Şimdilerde ise daha ayrıntılı ve kapsamlı bir proje yürütülüyor.

Kentte çok sayıda Türk işletmeci ve işletme bulunuyor. Adım başı bir Türk lokantasına, bir mağazaya, bir dükkana rastlıyorsunuz. Türkleri çok seviyorlar. Macarların da köken itibariyle Türk olduklarına ilişkin yaygın kanaati güçlendiren bir toplumsal psikolojiyi şehirde bir süre yaşayınca daha derinden görebiliyorsunuz.

Budapeşte’den, bir zamanlar buralara gönül hizmeti için gelen dervişlerin, şehitlerin ve Osmanlı’nın anılarının hüznüyle ayrılıyoruz. Bazı şehirlere bir kez gidince artık tiryakisi olunur. Budapeşte onlardan.

Yorum Yaz