Buhara, Semerkant, Taşkent…

SEYAHAT Güncel

 

Akademik hayatım yarım yüzyıla adım adım yaklaşıyor. Makale çapında ilk yaptığım çalışmalardan biri Abdüllatif-i Kudsî diğeri Abdullah İlâhî üzerine idi. Her ikisi de batıdan doğuya seyahat ederek; biri Kudüslü olup Türkistan’da Zeynuddin Hafi’nin dergahına, diğeri Kütahya Simavlı olup Ubeydullah Ahrar’ın zaviyesine postu sermiş, tasavvufî terbiyesini tamamlamış, yıllar sonra geri dönmüştü. Kudsî Kudüs’ten Konya’ya oradan Bursa’ya intikal ederek daha İstanbul fethedilmeden başkentte dergahını kurmuş 1452 yılında vefat etmişti. İstanbul’daki Şeyh Vefa bu zatın mürididir. Abdullah İlâhî ise gönül terbiyesini Türkistan’da Ubeydullah Ahrar’ın yanında ikmal etmiş, Emir Ahmet Buharî’yi yanına alarak memleketine dönmüş, daha sonra Balkanlara geçerek dergâhını Vardaryenicesi’nde (Yunanistan) kurmuş ve orada 1490 yılında vefat etmiştir. 

Bendeniz de uzun zaman onlarla birlikte gezmiş dolaşmıştım bu kadim coğrafyada. Zeyniyye ve Nakşibendiyye’nin gönül yollarında. Birinin halifesi Emir Ahmet Buharî diğerinin Şeyh Vefa. İkisi de İstanbul’da. Biri Nakşibendiyye’nin, diğeri Zeyniyye’nin ilk dergâhlarını uyandırmışlardı Dersaadet’te. Buhara Bursa Bosna üçlemesi o günlerde içime doğdu. O gün bugün o topraklara karşı bir özlem oluştu. Sovyet rejimi çökünce sevgilinin memleketine doğru ufukta bir ışık gözüktü.  Umutlandım. O gün bugün fırsat kolladım.

Vuslat gerçekleşmeyince 2011 yılında kitabı yayımladım: Buhara Bursa Bosna. Bu eserimde sözkonusu üç mekanın şemsiyesi altında kültür dünyamızın ana güzergahlarını gönül erlerinin faaliyetleriyle birlikte tanıtmaya çalıştım.

Önce Türkmenistan’dan davet geldi. Kabri Köhneürgenç’te bulunan ve Moğollarla savaşırken şehit olan Necmeddin Kübra’nın memleketinden. Onun eserlerini 1980 yılında neşretmiştim. Başkent Aşkabat İlahiyat Fakültesi bize (Bursa İlahiyat Fakültesi) bağlı olarak 1992 yılında kurulmuştu. İki defa oraya gitmek nasip oldu. Fakat Özbekistan’a geçmek mümkün olmadı. Türk Cumhuriyetlerinin birbirleriyle ilişkileri de istenen seviyede değildi. Sonra Kırgızistan’ın Oş şehrinde kurulan İlahiyat Fakültesi davet etti. Sonra Kazakistan… Kazakistan’ın Yesi/Türkistan şehrinde Timur tarafından yaptırılan ve yüzyıllar sonra TİKA tarafından onarılan Ahmet Yesevî’nin o meşhur türbe ve dergâhının açılışını sabık cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile birlikte 2000 yılında yaptık. 

Zamanla Azerbaycan/Bakü’den Seyyid Yahya Şirvânî davet etti, icabet ettim. Zagatala’da kurulan İlahiyat Fakültesi’ne kadar Hasan Kâmil Yılmaz ile birlikte gittim, konuşma yaptım. Fakat Buhara ve Semerkant’tan hâlâ ses yoktu. Daha doğrusu gelen davetler zaman içinde çöldeki seraplar gibi kayboluyordu. Bir, üç, beş… Soran arkadaşlara biraz da kendimi teselli etmek için “oranın büyükleri davet etmeyince böyle oluyor. Yaşayanların daveti kâfi gelmiyor. Bekleyelim, büyükler davet edince bütün engeller ortadan kalkar, gideriz,” diyordum. Hatta o davetlerden biri THY tarafından yapılmış idi. “Hocam, THY, Semerkant seferleri başlatıyor. Bir hafta özel misafirimiz olacaksınız, götüreceğiz, gezdireceğiz, getireceğiz.”  Ne denir, eyvallah dedik. Yine olmadı. Niçin? Bilal Kemikli’nin koordine ettiği bir toplantıya katılmamı ısrarla istediği için…

Nihayet 2022 yılında Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ile Semerkant Devlet Üniversitesi bir sempozyum tertipledi: Yıldırım Timur Sempozyumu. Davete evet dedim ama… Tebliğin başlığı da tespit edildi: Buhara Bursa Arasında Gönül Yolculukları.

Bekleyelim, görelim. Soranlara bu sefer şöyle diyordum. “Uçak Buhara havaalanına ininceye kadar inanmam.” Evet. 14 Ekim 2022 tarihinde uçağımız beş saatlik bir uçuştan sonra Buhara havaalanına indi, sonbahar sabahının erken saatlerinde... Bursa’dan Rektör yardımcısı Feridun Yılmaz, Doğan Yavaş, Sezai Sevim, Cafer Çiftçi, Bilal Kemikli, Asım Yediyıldız, Hasan Basri Öcalan ve Yıldırım Belediye Başkanı Oktay Yılmaz…

Nihayet Buhara…

Buhara… Buhara.. İki gün Buhara’nın büyüklerine selam verdik. Bahauddin Nakşibend başta olmak üzere altın silsileye…

Abdülhâlik Gucduvânî

Ârif Rivegerî

Mahmud İncir Fağnevî

Ali Râmitenî

Muhammed Semmâsî

Emir Külâl

Yüzyıllar önce  kaleme aldıkları eserlerle din ve kültür hayatımızı aydınlatanlardan İmam Buharî’yi, İmam Mâturidî’yi ziyaret ettik. Bursa’dan o beldelere intikal eden matematikçimizi; Kadızâde-i Rûmî’mizi de unutmadık.

Tarihî doku ülke çapında yeniden ayağa kaldırılıyor. Üzerinden Sovyet’in paslı silindiri geçen bir toplum ve âbideler.. Yaklaşık yüz yıl önce Mehmet Akif’in Safahatta anlattığı Buhara Semerkant tespitleri aklıma geldi.

Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent’i

Geçtiğim yerleri tadâta mahal yok şimdi

Uzanıp sonra Buhara’ya Semerkant’a kadar

Eski dünyada bakındım ki ne âlemler var?

Sormayın gördüğüm âlemleri hiç söylemeyim

Yâdı, temkinimi sarsar da kan ağlar yüreğim

O Buhara, o mübarek o muazzam toprak

Zilletin koynuna girmiş uyuyor mustağrak

Elliden fazla tebliğin sunulacağı sempozyumun ilk ayağı Semerkant’ta olacaktı. Oranın şivesiyle adı şöyle: “Sultan Yıldırım Boyazıd Va Amir Temur Mavzusıdagı Xalkaro Sımpozıum Samargand Bursa Anqara.” Kara yoluyla oraya geçtik nar ve pamuk tarlalarından. Semerkant mütevazı Buhara’ya hiç benzemiyor. İhtişamlı tarihî abidelerin hemen hepsi bu şehirde. Hayran kalmamak mümkün değil. Şöyle anlatayım: Türkiye’nin en süslü türbesi Yeşil Türbe’dir. O eserlerin yanında bizim Yeşil külliyesi “minyatür” gibi kalıyor. Bakım ve onarım orada da devam ediyor. Dünya turizminin, UNESCO’nun merkez şehirlerinden biri. Camiler, medreseler, türbeler. İslâm Kerimov’un kusurlarının yanında artıları da var. Biri de bu tarihî eserleri ayağa kaldırmak için kolları sıvaması.

Buhara’da Hz. Pir’e selam verdik burada da Ubeydullah Ahrar’a. Tabii ki Timur’a. Vasiyeti gereği hocasının/mürşidinin ayak ucunda yatıyor. Dünyanın en muhteşem türbelerinden birinde  büyük cihangir derin bir sükunet içinde mütevazı mezarında Sur’u bekliyor. 

Sempozyumun açılış tebliğleri aynı başlığı taşıyor: Bir Cihan İki Hükümdar. Biri Feridun Emecen’e diğeri Omonullo Buriev’e ait. Onları dinlerken bir atasözünü hatırlatıyorum: “Kırk derviş bir posta sığar, iki sultan dünyaya sığmaz.”

Özbekistan’ın hiç toz kondurulmayan tarihî şahsiyeti Timur. Genelde bizde sevilmez. Biz Yıldırım’ı tutarız. Ama bilmem biliyor musunuz ülkemizdeki tasavvuf ehlinin bir kısmı/özellikle Nakşiler Yıldırım’ı değil Timur’u haklı görürler. Bunun bir sebebi de Timur’un Hz. Pir’e saygı duyması ve türbesini yaptırması. Tarihî şahsiyetleri değerlendirmek kolay değildir. Ders kitaplarının verdiği “ders” her zaman doğru olmuyor, doğru yerden bakmıyor.

Hediye edilmek üzere yanıma aldığım kitaplarımdan biri de Buhara Bursa Bosna. Sempozyumun açılış oturumunda Üniversitenin rektörü Prof. Dr.  Rustam Halmuradov’a takdim ettim. Konuştuğumuz dil Türkçe ama birbirimizi anlayamıyoruz. Şive çok farklılaşmış. Araya Sovyet Dönemi, Rusça ve Kiril alfabesi de girince iş iyice sarpa sarıyor. Biz bizim şivemizle onlar da kendi şiveleriyle konuştular, tebliğlerini sundular. Sadece, o dillere destan Medrese’de yapılan açılış oturumunda protokol konuşmaları karşılıklı olarak tercüme edildi, dinledik. Her iki dili de iyi bilen Ali Asqarhon Kasımov’un yardımlarını unutmamak gerek.

Hızlı trenle ulaştığımız Taşkent ise yeni bir şehir. 1967 yılında meydana gelen büyük bir depremden sonra adeta yeniden yapılmış. Semerkant’a göre tarihî yapılar açısından çok zayıf. Ama başkent olduğu için gökdelenler birbiriyle yarışıyor. Türk firmaları sağ olsun! Bundan önceki cumhurbaşkanı İslâm Kerimov zamanında aramız iyi değildi. Bize kapıların açılmamasının bir sebebi de o idi. Ama üç beş senedir ilişkiler iyi. Daha da iyi olur inşallah. Bunun işareti de son yıllarda Maturidî, Buharî isimleriyle açılan araştırma merkezleri: Xalqaro ilmıy Tadqıqot Markazi. Bu merkezde bir konuşma yaptım ve Zümer Suresi’nin 9. ayetinde geçen “Bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?” ifadesinin nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir yorum yaptım.

Sempozyum üç ayaklı düşünülmüş. İki gün Semerkant, iki gün Bursa, iki gün Ankara. Biz Timur’un kabrini ziyaret ettik, onlar da Yıldırım’ın kabrini. Bu vesile ile düşmanlıklar değil dostluklar kazandı. Sempozyum Yıldırım’ın türbesinin yanındaki Medrese’de yapıldı. Bir ara Nurettin Topçu’nun Yıldırım’ın Huzurunda isimli hikayesini çoğaltıp sempozyuma katılanlara hediye etmeyi/huzurlarında okumayı düşündüm. Yıldırım Belediyesi de bastırdı. Fakat sonra vazgeçtim. Çünkü Topçu, hikayenin kahramanlarını konuştururken bir yerde Timur’un askerleri için çok ağır bir ifade kullanıyordu. “Kaş yaparken göz çıkarmayalım, misafirlerimizi üzmeyelim,” diye düşünüp vazgeçtim.

Bursa’daki son oturumun/değerlendirme oturumunun son konuşmacısı bendeniz idi.  Semerkantlı Hazinî’nin beş yüz yıl önce yazdığı ve İstanbul’a gelerek Osmanlı Sultanı III. Murad’a takdim ettiği Cevahiru’l-ebrâr isimli eserdeki Türkçe duaları okuyarak hatm-i kelam eyledim.  Geçen ay basılan eserim, yerli yabancı katılımcılara hediye edildi: Bursa’nın ve Balkanların Gönül Erleri.

Aslında biz Timur’a kızıyoruz, yürüyüşümüze engel, iç savaşa sebep oldu diye, ama onlar Yıldırım’a öyle kızmıyorlar. Niye kızsınlar? Zaten mağlup olmuş, işi bitmiş diye düşünüyorlar.

Bu mühim bilgi şöleninin mimarı Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi rektörü İbrahim Aydınlı. İlk teşekkürümüz ona ve “mutfak”ta çalışan yardımcılarına. İkinci olarak destekleyen belediyelere, kurumlara: Keçiören, Çubuk, Etimesgut, Bursa, Yıldırım. TİKA, TTK, YEE. Ve Bursa kanadını koordine eden Hasan Basri Öcalan’a.

Yüzyıllar boyu Buhara Bursa Bosna gönül güzergâhını açık tutanlara, nefes üfleyenlere, gönülden gönüle yol vardır hikmetinin peşinde olanlara selam olsun!




Yorum Yaz