Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Zaman eskiden olduğundan daha hızlı geçip gidiyor... Sabah kurulmuş cümleler akşam olmadan anlamını ve gerçekliğini yitiriyor… Fakat yıllar geçse de değerini yitirmeyen, hatta kıymeti perçinlenen bazı şeyler var. Pink Floyd’un müziği ve şarkı sözleri gibi…
Benim kuşağım ve bizden öncekiler için Pink Floyd, gençliğimizin isyan bayrağı gibiydi. Hayata karşı ilk itirazlarımızı Pink Floyd ile yaptık; onların müziğiyle başkaldırdık. İtiraz ve başkaldırı derken; o yaşlarda benim isyanım daha çok akşam ezanından sonra da sokakta oynayabilmek gibi şeyler üzerineydi ve Pink Floyd’un itirazlarıma en güzel şekilde eşlik ediyordu. Ama aynı zamanda teselliyi de yine aynı müzikte bulabiliyorduk.
Ve bugün savaşların, yıkımların, soykırımların yavaşlamayı reddederek dozunun arttırdığı şu zamanlarda içimizde büyüyen öfkeyi yine onların enstrüman sololarını fon yaparak patlatabiliyor, onların sözleriyle tercüme edebiliyoruz. Bu feylesof adamların müziği ihtiyaç anında çekilmesi gereken acil kolu gibi orada duruyor. Ne diyordu şarkıda: “Gevşe / Biraz bilgiye ihtiyacım var önce / Yalnızca temel şeyler / Gösterebilir misin bana neresinin acıdığını?” (Comfortably Numb - The Wall) Çoğunlukla hep benzer yerlerden acıyoruz zaten… Temel şeylerden…
Grubun kurucu üyelerden Roger Waters, henüz bebekken II. Dünya Savaşı’nda babasını kaybeder; Pink Floyd’un haksızlığa, militarizme ve kör otoriteye karşı o inatçı tonunun ilk tohumunun o sıralar atıldığı söylenebilir belki. Ama hikâye sadece Waters ile ilgili değil elbet. Syd Barrett, Richard Wright, Nick ve elbette David Gilmour… Onların kuruluş yılları, Swinging London’ın ışıklarıyla “çiçek çocuklar”ın itirazlarının çarpıştığı bir dönemdi. UFO Club’ın stroboskopları, sokakta Vietnam karşıtı yürüyüşler; bir yanda Beatles, The Rolling Stones, The Who, Cream, Yardbirds ve Soft Machine gibi akranlar sınırları iterken, öte yanda sınıfta bağıran “hey, teacher!” figürü ve ileride sertleşecek Margaret Thatcher’lı yılların habercisi soğuk bir disiplin… Pink Floyd’un şarkı sözleri bu iklimde şekillenmişti; güç sahiplerine karşı yüksek ses, savaşa ve tüketim çılgınlığına keskin itiraz… Bu yüzden o sözler bugün hâlâ canlı; bir yerde bombalar patladığında ya da toplumlar ezildiğinde, Pink Floyd’un müziği yine sokağın ve içimizdeki itirazın dili olabiliyor.
Pink Floyd’u bu denli özel kılan, sadece müzikal dehaları değildi. Albümleri bir şarkı koleksiyonundan ziyade, bir hikâyeydi. Onların albümleri arasında seçim yapmak kolay olmasa da bu noktada sürüye uyuyor ve yayımlandığı yıl listelere 1 numaradan girerek tam 14 yıl boyunca listelerden inmeyen dünya çapında 40 milyondan fazla satarak gelmiş geçmiş en çok satan rock albümlerinden biri olan The Dark Side of the Moon’dan kısaca bahsetmek istiyorum.
Ay’ın Karanlık Yüzünde Hakikat
Öncelikle şunu söyleyerek başlamak istiyorum: Bu albüm o kadar çekici ve evrenseldir ki şu an yeryüzünün herhangi bir köşesinde The Dark Side of the Moon çalıyor olmalı.
1973’te yayımlanan albüm Pink Floyd’un zirve noktası sayılır ve müzik tarihinin en büyük başyapıtlarından biri kabul edilir. İnsanlığa yazılmış en büyük eleştirilerden biri gibidir. Pek çoğumuzun bilinçaltına ittiği, bazılarımızın zapt etmeye çalıştığı, kimilerinin ise apaçık sergilediği “karanlık taraf” bu albümün merkezindedir. Doğumdan ölüme insan yaşamının gerilimlerinden oluşan müzikal bir anlatı… Hikâye dünyaya geldiğimiz andan başlayarak deliliğin eşiğine; paranın esiri oluşumuzdan, savaşların gölgesine ve nihayet ölümün saf gerçekliğine uzanır.
Parça parça ilerleyen bu hikayedeki “Speak to Me”de , “Konuş benimle” diyerek karanlık tarafımızla yüzleşmeye çağrılırız. “Breathe” bir doğum anını çağrıştırır; ilk nefes, ilk çığlık... “On the Run” modern hayatın kaotik koşuşturmasını resmeder; koşup yetişmeye çalıştığımız sonra uçakla birlikte çakıldığımız… “Time”da, İngiltere’deki monotonluğa kapılmış yaşamlar üzerinden, harekete geçmeyen bizlerin kaybettiği zaman hicvedilir. “The Great Gig in the Sky” ise yaşamın ölüme dönüşünü çarpıcı bir vokal çığlığıyla anlatır; o çığlık çekilen acının sesidir ve “İstediğin hayat bu mu?” diye sorar. Parçanın sözsüz ama ruhumuza işleyen vokali, hayatın kırılganlığını hissettirirken bize bir gerçeği fısıldar.
Pink Floyd bu albümde zihinlerde felsefi tartışmalar açar. Örneğin “Money” parçasında kapitalist düzene oklarını saplarlar ancak şarkının sonunda karakter yine de kendini kapitalizmin çarkına kapılmış bulur. Hemen ardından gelen “Us and Them” ideolojilerin insanları birbirine kırdırdığı savaş eleştirisidir. “Bize var olmak için yok etmemiz gerektiği öğretildi,” diyerek, savaşların saçma bir “biz ve onlar” ayrımı üzerine kurulduğunun resmini çizer. Albümün enstrümantal bölümü “Any Colour You Like” ise özgür iradenin bir illüzyon olabileceğini, bize sunulan seçeneklerin aslında başkalarının kontrolünde olduğunu ima eder. Ne kadar korkunç ve ne kadar gerçek! “Brain Damage” parçasında, toplum tarafından deli damgası yiyenlerin aslında sistemin saçmalıklarına maruz kalan ruhlar olduğu anlatılır. Son parça “Eclipse”te ise bütün bu çatışmaların, gelgitlerin ancak yaşam sona erdiğinde biteceği söylenir; “güneş ay tarafından tutulduğunda” yani ışık karanlığa yenik düştüğünde çatışmalar anlamını yitirecektir. İşte albümü noktalayan o karamsar itiraf: Ay’ın karanlık yüzü yoktur, çünkü zaten tamamı karanlıktır!
“The Dark Side of the Moon” hikâyesinin ötesinde teknik ve görsel açıdan da çığır açar. Albümde sessizlikten gelen kalp atışları, uçak sesleri, yazar kasa, tanımadığımız bir delinin gülüşleri, saatin tik takları müzikle iç içe geçer ve konseptin parçası olur. Albüm kapağı bile müziğin hikâyesini tamamlayan bir unsurdur. Siyah fon üzerindeki prizma ve beyaz ışığın renk spektrumuna ayrılması, şarkılarda ele alınan hayatın farklı veçhelerini simgeler. Bu ikonik kapak, yıllar içinde fizik ders kitaplarından tişörtlere kadar pek çok yerde karşımıza çıkacaktır.
Pink Floyd’u, kültürel anlamda da bir fenomene dönüştüren The Dark Side of the Moon adına yakışır şekilde uzayda bile dinlenmiştir. Hollandalı astronot André Kuipers, Reuters’a verdiği röportajda bunu şöyle anlatır: “Gece, etrafımdaki her şey karanlıktı ve yanımda götürdüğüm Pink Floyd’un The Dark Side of the Moon albümünü dinliyordum. Derken dışarı bakıyorsunuz ve birden gerçekten Dünya’nın etrafında uçtuğunuzu fark ediyorsunuz. Bu, çok özel bir durum. Düşünüyorsunuz ki bu bir rüya!”
Direniş Bugün de Devam Ediyor
Pink Floyd’un müziği zamana direnmeye devam ediyor. Aradan geçen on yıllara rağmen The Dark Side of the Moon’un anlattığı dertler hâlâ insanlığın ortak dertleri. Zaman hâlâ elimizden kayıp gidiyor, para hırsı dünyayı dönüştürmeye devam ediyor, savaşlar hâlâ manşetlerden düşmüyor ve delilik hâlâ sınırlarımızı zorluyor. Sadece kişisel sınırları değil dünyanın vicdanının sınırlarını… Pink Floyd’un notalara yüklediği isyan, bugün de milyonlarca insana ilham veriyor. Onların müziğinde dile gelen özgürlük, barış ve adalet özlemi evrensel bir dile dönüşmüş durumda. Hangi dil, din veya coğrafyadan olursak olalım… Tek bir dili olup o dili dinleyen herkes kadar farklı anlamlara bürünebilen müzik, Pink Floyd söz konusu olduğunda gezegenin dört bir yanında benzer bir bilinç uyandırıyor.
Pink Floyd üyeleri, şarkı söylemekle, ihtişamlı konserler vermekle kalmadılar, dünyanın gidişatına karşı da aktif bir tavır aldılar. Grup tüm Floydian’ları üzen şekilde dağılmış olsada kurucularından Roger Waters, ilerleyen yaşına rağmen dünyadaki haksızlıklarla mücadelede sesini yükseltmeye devam ediyor. Örneğin 2023 yılında Kolombiya’da Devlet Başkanı Gustavo Petro ile bir araya gelerek, Gazze’de yaşananların durdurulması için uluslararası toplumu harekete geçmeye çağırdı. Waters, Filistin halkının maruz kaldığı zulmü “soykırım” olarak niteleyip buna karşı dünya liderlerini sorumluluk almaya davet eden ilk isimlerden biri oldu.
Dünyayı sanat kurtarır mı bilinmez! Fakat dünya düzenine alışamamış bizler için sanatın sesimiz olabilmesi ve yalnız olmadığımızı bilmek güzel…
KAREKOD:
Pink Floyd’un The Dark Side of the Moon albümünü dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=k9ynZnEBtvw
Yorum Yaz