Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Ülkemizde ve dünyada müzik yüksek tebaaya ve halka yapılan müzik olarak ikiye ayrılıyor gibi gözükmekte. Fakat işin içerisine girildiğinde bu durumun tam da böyle olmadığını görüyoruz. Halk müziği klasik müzik ya da saray müziği denilen müziğe göre sanki basit, net ve daha anlaşılır gibi düşünülmektedir. Sanatın toplumlardaki karşılığına göz attığımızda bunun tam da böyle olmadığını görüyoruz.
Halk müziklerini inceleyeceksek sanatsal açıdan bir okyanusun içerisine girmeye de hazır olmalıyız diye düşünüyorum. Azerbaycan Halk Müziği, hem bizim müziğimiz olarak çerçevelendirilecek kısımda duran hem de ‘bizim’le irtibatı yüksek debide seyreden bir müzik dünyası ve tarzıdır.
Azerbaycan Halk Müziği, Muğam müziği olarak da tanımlanmış ve tanınmıştır. ‘Muğam’ aslına bakılırsa Arapça’daki ‘makam’ kelimesinin halk arasındaki söyleniş biçimidir. Muğam müziği bir makam müziğidir diye tanımlandığında bile işin tekniği ve biçimi hakkında fikir sahibi oluyoruz. 14. yüzyıla kadar bölge ülkelerinin ortak müziği olarak kabul edilmiş, daha sonra siyasi değişimler sonrasında dönüşmeler baş gösteriyor.
Türkçe’nin en arı halinin Farsça ve Arapça ile etkileşime girdiği, edebiyatın da bu etkileşim ve zenginlikten nasibini aldığı eşsiz bir dönemden bahsediyoruz.
Yunus Emre, Dede Korkut, Hafız-ı Şirazi ve Fuzuli… Kültür sanat dünyamızın dört bucağını yeşillendiren ve renklendiren bu üstatların Muğam Müziği’ne olan etkisi büyük. Şu enstrümanları saydığımızda bile hem bizden hem de bize çok yakışan olarak tanımlamak doğru olur: Bendir, balaban, tar, ney, kaval, tulum, zurna, kabak kemane ve santur…
Öyle bir coğrafya ki burası edebiyat anlamında şiirsel bir nehir gibi. Yüzyıllar boyunca herkes bu nehirde yıkanmış ve hala yıkanmaya devam ediyor.
Sovyet döneminde kültürel kimlik kaybının olduğu ve sekülerleşmenin de vurucu bir etki yaptığı herkesin malumu. Fakat Azerbaycan coğrafyasına Sovyetlerin sanatsal açıdan müthiş bir disiplin getirdiği de açık. Özellikle Muğam’ın ve halk edebiyatının Batılı tarz sanatla olan önemli ilişkisi de zengin bir iklim ortaya çıkarıyor. Öyle ki 20. Yüzyıl Azerbaycan Müziği için çok belirleyici olmuş, bu dönemde icra edilen Üzeyir Hacıbeyov'un “Leyli ve Mecnun” operası Doğu’nun ilk operası olarak kabul edilmiştir.
Muğam denildiğinde 21. Yüzyılın en büyük efsanesi olarak değerlendirmemiz gereken Alim Qasimov’u söylemeden geçemeyiz. UNESCO müzik ödülüne de layık görülen Qasimov ile ilgili sayfalar dolusu kitap, saatler boyu belgesel çekilse onu ifade ediş biçimimiz mutlaka eksik kalacaktır. Okuduğu eserlerin içerisinde nağmeleriyle usul usul dans eden bir usta Alim Bey. Kızı Fergana Qasimov ile birlikte söylediği eserler de müziği icra ederken nasıl muhabbet edilirin dersini verir nitelikte. Qasimov, hem mistik, hem milli hem de Batı tarzını müziğinde özel bir harman yapan eşsiz bir müzisyen. Yalnızca müziğiyle muhabbeti düşlemiyor müziğindeki tavırla adeta müzikal bir dans gösterisi sunuyor Qasimov bize.
Azerbeycan müziğinin yaşayan hazînesi “Alim Qasimov” Muğam geleneğinin en önemli sanatçılarından biri hâline geldi. 19 yaşındayken kendine müzikle alakalı bir yol çizmeye karar verdi, Asaf Zeynallı Müzik Okulu (1978-1982) ve Azerbaycan Devlet Kültür ve Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde (1982-1989) öğrenimini tamamlayarak ünlü Muğam üstâdı Aghakhan (Ağahan) Abdullayev’in öğrencisi oldu.
Alim Qasimov, 1999 yılında, dünya barışına müzikal açıdan verdiği katkılardan dolayı Uluslararası Müzik Konseyi tarafından UNESCO Müzik Ödülüne layık görülüyor. 1995 yılından beri hem öğrencisi hem de kızı olan Fargana Qasimov ile birlikte sahneye çıkıyor. Mum dibine ışık vermez diyenlerin yüzünü kara çıkartacak cinsten nefis bir birliktelikleri var. Fargana Qasimov da artık Muğam geleneğinin yaşayan en iyi kadın ses sanatçısı olarak tanınıyor.
Qasimov, ilk kez 1988 yılında Semerkand’da katıldığı Uluslararası Geleneksel Müzik Festival ve Sempozyumu’nda aldığı ödül ile adını duyurdu. 1988 yılından beri Azerbaycan Muğam müziğini yaymak için dünyanın her yerinde birçok festivale katıldı ve önemli konser salonlarında icrâda bulundu. Bu icralar bazen klasik müziğin bazen de caz müziği ile temaşa ediyor. Fakat Azerbaycan’nın geleneksel müziği ve dokusu eserlerden hiç ayrılmıyor. Hele eserler Fuzuli ve Hafız-ı Şirazi gibi çok değerli şairlerin sözleriyle baş tacı ediliyor ki bunun keyfi bende çok başka. Sanat bir kesimin tekeli olmaktan çok halkın değeri olarak yaşamaya devam ediyor.
Şuşa coğrafyası Azerbaycan’ın kültür başkenti olarak değerlendiriliyor. Coğrafyamızın doğasının sanatla birlikte yeşerip yaşaması beni hep çok heyecanlandırmıştır. Dağın eteklerinde otlayan hayvanların yanı başındaki bir çobanın kavalından çıkan sese iştirak eden bir ozanın sahiciliği ne kadar bizdense o kadar doğru yaşıyor. Karabağ’ın bağımsızlığı doğanın sanatla daha çok sarmaş dolaş yaşamasına olanak sağlayacaktır.
Batı müziği ile Doğu müziğini bu topraklarda buluşturan, geleneği koruyan Alim Qasimov ustanın Kronos Quartet ile bir konser salonunda Getme, Getme adlı eseri seslendirmesi bende kalıcı bir iz bırakmıştı. Yazının sonuna o eseri dinlemek isteyenler için bırakayım.
Muğam müziği şimdilerde Alim Qasimov ile emin ellerde! Fakat Muğam’ı ve Alim Qasimov’u daha geniş şekilde incelenmeye, konuşulmaya, anlaşılmaya ve daha çok dinlenmeye ihtiyacımız var.
Yaşa Karabağ! Yaşa Şuşa! Yaşa Muğam Müziği!
Yorum Yaz