Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Ülkemiz insanının yaşadığı acı tatlı hikayeler var. O kadar fazla ki birçoğu hakkında yazılan hikâyeler, yakılan türküler mevcut. O hikâyeler bir sanat yapıtıyla taçlandığında unutulmaz oluyor. Bu acı hikayelerin arasında darbeler tarihinde yaşadığımız kötü olaylar da var. Kurtuluş mücadelesi içerisinde yaşanan destansı anılar da…
15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından 8 yıl geçti. Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu vatandaşlarının vermiş olduğu mücadele ve yazılan destan hafızalarımızdan silinmiyor. Her görüşten insanın omuz omuza yalnızca vatan müdafaası içerisinde duruş sergilediği uzun bir geceydi 15 Temmuz.
Binlercesinin gazi olduğu 251 kişinin de şehit düştüğü o gece hafızalarımızdan silinsin ister misiniz? Ben bu hafıza probleminin çözülüp zihinlerin diri tutulmasını gönülden istiyorum. O destanı iyi anlatmak ve anlamak gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizin dik duruşu ve böyle bir hainliğin yaşanmaması açısından 15 Temmuz gecesi ve 15 Temmuz’u hazırlayan sebepler unutturulmamalı.
Peki nasıl? Her yıl; Kur’an-ı Kerim tilaveti, saygı duruşu, konser ve selaların okunması şeklindeki program akışını uyguluyor olmak bu geceden ders almak demek değildir. Sanatçılarımız o geceyi; resimle, çizimle, şarkıyla, marşla, sinema filmiyle, romanla anlatmalı.
Sanatçılarımız 15 Temmuz meselesine dahil edilmeden 15 Temmuz gecesinin hafızalarda diri tutulması mümkün değildir. Bu dahil olma hali de çıkan sanat eserlerinin kalitesini belirleyecektir. Sadece marş üzerinden örnek vermek istiyorum. Siz herhangi bir sanatçıya belli bir miktar para verip 15 Temmuz marşı yaptırabilir misiniz? Teoride mümkündür. Pratikte kadüktür bence. Marş yazan sanatçı yazdığı marşın sanatsal dokusunu ve ruhunu kendi oluşturabilmelidir. Sanatçının para kazanması için koşulları oluşturabilmek ise devletin dahil olabileceği bir durum olabilir. Marş nasıl yazılır diye sormaya gerek yok. O sanatçının gizidir aynı zamanda. Fakat nasıl yazılmamalı sorusunun cevabını iyi biliyorum. Ismarlayarak marş yazdırmak o gecenin ruhunu incitmektir.
Halkın marşı yazılacaksa halkın ruhundan geçen bir hissiyatla yazılmalıdır. Üzerinden 8 yıl geçti neden 15 Temmuz ile ilgili sinema filmi ve tiyatro oyunları ortaya koyamıyoruz? Bu soru doğru bir soru değil. Neden sanatçılarımız bu konuyu yeteri kadar işlemiyor ya da biraz daha demlenmek mi bu konuya yakışacak diye sormalıyız kendimize.
Mektubum cennete gitti
Kültür sanatta 15 Temmuz meselesiyle ilgili yapılan olumlu bir örnekten de bahsetmek isterim. Bundan 3 yıl önce mektup türünün alıştığımız örneklerinden sonra çok da alışık olmadığımız bir örneği ile tanışmıştı okurlar. “251 Mektup” adlı kitap 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi’nde -işgal girişimi- şehit olan vatan evlatları için yazılan 251 mektuptan oluşuyor. 15 Temmuz Derneği tarafından çıkarılan kitabın editörlüğünü Sevgili Gülcan Tezcan üstlendi. Kitabın içerisindeki mektupları şehitlerin aile fertleri ya da onları tanımayan kişiler yazdı.
Gülcan Hanım, kitap çıkmadan önce benim de bir mektup yazmamı istemişti. Çok heyecanlandım, ve mektubu yazmaya koyuldum. Şehit Volkan Pilavcı’ya mektup yazacaktım. Şehidin hikâyesini okuyunca şu satırlar düşmeye başladı kalemimden.
“Öncelikle sana Volkan abi diye hitap etmek isterim. Volkan abi, sözcükler dudağımdan kelimeler parmaklarımdan dökülürken çektiğim zorluk elbette senin verdiğin mücadelenin yanında çok basit kalır. Biliyor musun? Elektronik çağın yansıması olsa gerek daha önce hiç mektup yazıp yollamadım. İlk mektubumu şehit olan bir abime yazmak ise benim için büyük onur. Mektup yazarken karşıdaki kişiyi düşünür, bu duygularımı mutlaka bilsin istersin. Hatta acaba bana ne cevap yazacak diye beklersin. Senin 15 Temmuz gecesi verdiğin mücadeleye dair olan duygularımı sana ulaştırmak istiyorum. İnanıyorum, Rabbim izin verirse duaya açılan ellerimden çıkacak güvercinler cennetin kapısına kadar ulaşacaklar. Yine mektuba karşı bir cevap almayı hak etmişsem seni duymuş olacağım.”
Mektup yazmak zormuş, hele tanımadığın ve de senin için şehit düşen bir kardeşine mektup yazmak daha zor. Benim duygularımdan daha farklı duygular, hikâyeler ve tavırlar var bu kitabın içerisinde. Onların aziz hatırası için gökyüzüne en değerli sözcüklerimizi yolluyor olmak mektup türünün edebiyattaki örneklerine de başka bir tat katacaktır diye düşünüyorum. Kitapta her mektubu okuduğunuzda ayrı bir dünyanın içerisinde bulacaksınız kendinizi.
İlk defa mektup yazıp alıcı adresine ‘cennet’ yazılacağını hiç düşünmezdim. Fani ömrümde böyle bir onur yaşamak da benim için çok önemliydi.
Köprüye yürü ve hafızanı tazele
Vaktiniz varsa eğer 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’ne 3-4 km kala durup yürümeye başlayın. Dura dura dinleyin kendinizi, hatırlayıp tefekkür edin. 15 Temmuz hain darbe girişimini hafızanızda canlı tutmak için Hafıza 15 Temmuz Müzesi’ni gezin. Çocuklarınız varsa onlara sömürgecilik tarihinden bahsedin. Sömürgeciliği yıkan liderlerden söz edin. Adnan Menderes’in ruhuna da bir Fatiha yollayın.
15 Temmuz gecesinden kalan, tankların ezdiği ve kurşunların delik deşik ettiği cisimleri görün. Kahraman askerimiz Ömer Halisdemir’in üniformasına selam durun.
Nefes alın, söz verin, hafızanızı diri tutup duanızı edin derim.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
Yorum Yaz