Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
2010 yılında dostlarım Şafak ve Orçun ile kurduğumuz Masala Grubu ile Ankara sokaklarında müzik yapıyorduk. Kardeşim gibi sevdiğim güzel insan Canan, bize Diyarbakır’da Sülüklü Han diye bir mekânın açıldığını, buraya bizim grubu önerdiğini ve onların da konser için bizi davet edeceklerini söyledi. Biz de seve seve kabul ettik. Hayatımda ilk defa başka bir şehirde konser vermeye gidiyordum. Yeni yeni caz dinlemeye başladığım dönemlerdi. Grup arkadaşlarımdan Şafak ile ortak arkadaşımız Sercan sayesinde Renault Garcia- Fons dinlemeye başlamıştım. Renault Garcia- Fons’un, Dost Kitabevi’nden aldığım Arculoz adlı albümünü sık sık CD çalarımdan dinliyordum. Albümdeki “Berimbass” adlı besteyi yüzlerce kez dinlemişimdir herhalde. Her dinlediğimde kalbim, yeni uçmaya başlayan kuşların kalbi gibi heyecanla çarpardı. Bir de yine aynı zamanlarda tesadüfen Dost Kitabevinin CD bölümünde rast geldiğim Abdullah İbrahim’in African Piano albümünü dinliyordum devamlı. Sülüklü Han’da konserimizi yaptıktan sonra Orçun ve Şafak Ankara’ya dönecekti, ben ise memleketim Halfeti’ye geçip annemi ve babamı ziyaret edecek ve fıstık tarlamızda çalışıp fıstık toplayacaktım.
Sülüklü Han’ı işletenlerden Harun abi, hana aldıkları piyanoyu gösterdi ve beni iki hafta sonra yapacakları Selen Gülün konserine davet etti. İsmini ilk defa duyuyordum Selen Gülün’ün. Daha önce Ayşe Tütüncü de piyano konseri vermişti handa. Harun abiye “Gelirim ama kalacak yerim yok. Handa kalsam olur mu?” diye sordum, tatlı bir sitemle “Bende de kalabilirsin tabii ki, ne demek” dedi. İki hafta boyunca köyde kırk derece sıcakta her gün fıstık topladım. Güneşin kavurucu etkisiyle simsiyah olmuştum. Kollarıma ve saçlarıma fıstık sakızı yapışmıştı. Ne kadar yıkasam da geçmiyordu. Konser günü gelmişti ve sabah erkenden Halfeti’den Birecik’e gittim. Yanıma da yarım çuval fıstık alıp Birecik’te hepsini sattım, kendime harçlık yaptım. Sonra Diyarbakır otobüsüne bindim. Sülüklü Han’a vardım. Harun abi beni görünce “Sedat, elektrik mi çarptı seni yahu? Ne olmuş sana böyle?” dedi. Ben de iki haftadır fıstık tarlasında çalıştığımı söyledim. Akşam oldu ve konser saati geldi. Selen Gülün piyano başına oturdu. Hayatımda ilk defa bir piyano konseri dinliyordum. Yanında ona eşlik eden biri daha vardı. Ben tamamen piyanoya odaklanmıştım. Gözlerimi kapattım ve kendimi müziğe bıraktım. Duyduğum melodiler ve armoniler beni benden alıyordu. Sanki denizin ortasındaydım, gökyüzüne bakıyor ve durmadan yağan yağmuru seyrediyordum. Ruhumu piyanoya teslim etmiştim. Parçaların bittiğini insanlar alkış çalınca fark ediyordum. Bu konser hiç bitmesin istedim, ama bitmişti. Harun abinin elinde albümü gördüm ve zorla kendime hediye ettirdim. Sonra Selen Gülün’ün yanına gitmek istedim, sonra bir an için halime baktım. Yakası yırtılmış bir tişört; fıstık sakızından yapış yapış olmuş saçlar ve kollar; güneş yanığıyla simsiyah olmuş bir suret ve dilde bir türlü atılamayan Urfa şivesi. Utandım ve yanına gidemedim. O gece Sülüklü Han’da kaldım. Handaki piyanonun başında saatlerce oturdum, çalmaya çalıştım. Ertesi sabah Halfeti’ye döndüm. Yol boyunca Selen Gülün dinledim. Köyde fıstık tarlasında çalışmaya devam ettim bir hafta daha. Bir hafta boyunca konserde duyduğum melodiler aklımdan çıkmadı. Geceleri evdeki teybe Selen Gülün CD’sini takıp dinliyordum. Bu gecelerden birinde annem kapımı çaldı ve şöyle dedi: “Oğlum sen neden Dilberay, Kahtalı Mıçey ve Mıhemed Şexo gibilerini dinlemiyorsun? Neden hep değişiksin oğlum Allah aşkına? Çocukken de değişiktin, kuşların peşinde, onların seslerini duyacağım diye tarlalarda dolaşıp dururdun. Kar ve fırtına olunca dışarıya çıkıp rüzgâr sesini dinleyeceğim diye donardın. Senin normal müzik dinlememen normal oğlum, ama sesini kıs artık şu gürültünün.”
Anneme gürültü gibi gelen şey, benim müzik yolculuğumu şekillendiren en önemli müziklerden biri oldu.
Güneş kavuruyordu Halfeti’yi ve ben dünyadan habersiz bir köyde, Selen Gülün’ün albümünü dinliyordum.
Yorum Yaz