Bir çağa ad koymak: Değmedi

KİTAPLIK Güncel

Eskiden ve hatta eskisiz zamanlardan beri bir havalinin ahalisine "emin" olduğunuz kimseyi sorsanız, kuvvetle muhtemel, kişilere isim verme imtiyazına sahip bir beniâdemi göstereceklerdir. İsim vermek öyle mühim bir unsurdur ki inananlar için yönlendirici mahiyette birçok hadis mevcuttur. Hatta hicret edilen Yesrib şehrinde yapılan ilk işlerden biri oranın adını Medine'ye (ki şehir demektir) çevirmek olmuştur. Hristiyanlarda da durum çok farklı değildir. Mukaddes görülen vaftiz töreninde bebeğin vaftiz babası olarak görülen kişi aynı zamanda isim babası olmaya hak kazanmış demektir. Kişi doğrudan bu isimle anılır yahut bu adı vaftiz ismi olarak kullanır. Bizde ise bu isim verme işi şairane görülüyor olsa gerek yahut emin sıfatını en çok şairlere yakıştırdığımız içindir ki, daha ziyade ozan tabiatlı insanlara layık görülmüş. Bakınız, Dede Korkut'a. Hakiki bir ozan olan bu bilge, aynı zamanda soyağacının da belleğini taşır zihninde. Sabinin adını o, yaşını Tanrı tayin eder. Ben şimdi niye böyle bir isim taksimi çektim, peşrev faslında arz edeyim. 

İçinde bulunduğumuz çağ, teknolojik imkânlarıyla kostaklaşıyor. Eyvallah. Heyhat, herkesin acısı başkası için kösnül bir tık tuzağı. Eriştiğimiz her şey bir enformasyon kırıntısı. Acı karşısındaki pozisyonumuzu bu marazın isabet ettiği adres tayin ediyor. Zihnî taraftarlığımız, önce denge algısına saldırıp dilimizi ve muhakememizi holigan ve elbette kısır bir imlaya mahkûm ediyor. Bol bol ünlem, soru işareti, ünlem, büyük harfler, ünlem ve soru işareti bir arada vs. Uzun uzun yazmak mümkün. Ama şairin mahareti tam da o vakit ortaya çıkıyor: 

"Herkes herkese kıydı kuytularda

Boz atlı Hızır nerede?" 

Bir hadis kalmış aklımda, "Bana önce yalnızlık sevdirildi." Oysa insan bu çağda yalnızlığından bir Nemrut çıkarmak hususunda onca seminere katılıyor, onca kitap okuyor, onca sertifika alıyor. İbrahim'in ateşini kendi kibriyle harlayabilmek için. Bir de kuytuda yakalarsak onu, bizden talihlisi yok. Özel, fakirin âcizane anlatmaya çalıştığı minvalde bu çağın teşhisini kaçak güreşmeden arz ediyor: 

"Put yemiş müşriğe döndük" 

İnsan artık ölmeden sahip çıkıyor helvasına ve onu putu biliyor. Ölüler sanıyor ki, derlerdi, diriler her gün helva yemekte. Ölülerin kehanetinin gerçek çıktığını bize ancak kırklara karışan bir şair söyleyebilirdi. Murat Özel şiiri soyut ve kapalı bir anlatıma sahip değil. O, bir kandil misali seyrüsefer ettiği zamanın enstantanelerine ışık tutuyor. Belki de bu sebepten dört başı mamur bir şekilde çağını tahlil ederek ona bir isim verebiliyor. Şair cemiyetten kopuk, ferdi bir dünya kurmaya çalışmıyor. Bilakis ruhların fetret devrini çarşı Pazar içre dolaşarak seyyah şairler gibi tasvir ediyor. Küllerin güllerden fazla yer tutması, bu bakımdan bir tercih yerine zorunluluk olarak görülebilir. Nihayetinde tellal kendisine ibraz edileni teşhir eder. 

Murat Özel, kontrastı Türkiye ve ölüm üzerine kurmuş. Bir yanıyla ölümü çağrıştıran ve hatta çağıran mısralarla tipografik bir sela kaleme alırken bir yandan da umutsuzluğu küfür alameti gören bir inanca mensubiyetinden tazeliğini Türkiye ile muhafaza ediyor. Kör bir randevu belki bu. Yine de şairin şahitliği ile yazılan şiirin, bütün vasiyanetnameleri hükümsüz/zayi bıraktığını biliyor. İlhan Selçuk, "Türkiye'yi şairler yarattı." demişti. Lozan'daki Yahya Kemal'den, Nasrullah Camii'ndeki Mehmet Akif'ten beri kavlinden dönmeyen bir şairler müfrezesinin işi olmalıydı bu. Kiminin duası, kiminin mısrası. Murat Bey, o müfrezenin müfredatını, (şairin namahrem eli dediği) Netflix kanonuna bulaşmadan sürdürüyor. Onun şiirinde dandyliğe varan yılışık bir lirizm yahut dandini avutması uyuşuk bir metin yok. Sert ve sek: 

"Uzun uzun anlatmaların zamanı geçmiştir

Tükenmiştir meram, kambur büyümüş" 

"Kitabın yeri ile olan bitenin kitaptaki yeri" dizesi, Resul-ü Ekrem'in, "Saçlarımı ağarttı" dediği rivayet edilen Hûd Suresi 112. ayetin (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol) tek satırlık tefsiri. Ne kadar beliğ bir ifade. Ömrümüz, olan bitenlere kılıf uydurmak ve kitabullaha tiril tiril kılıflar aramakla geçmiyor mu? İşte, Özel'deki bu çarpıcı vuzuh onun dönüp baştan okunmasını sağlayan, hususi bir meziyet. Kurgusunu aforizmik vaatlerle değil de sehl-i mümteni olarak bildiğimiz ama kendine münhasır bir deyiş kabiliyetiyle inşa ediyor. 

"Kırkından sonra ölemediğin her gündaha zor

Yaşayınca vurulmadın sanıyorlar" 

Murat Bey, kitabın bir yerinde, "Nerde Yunus'un çaktığı kıvılcım / Nerde Karac'oğlan'ın yaktığı ateş" diyor. Esasen kitabı okuyanlar o çerağın tam olarak mezkûr kitapta alaz alaz yanmaya devam ettiğini düşüneceklerdir. Bilhassa lisan tercihi ile Anadolu Türkçesinin taşra görmüş zengin kelime dağarcığı şiirlerinde gürül gürül akıyor. Belki tema olarak değil (zira doğrusu Özel'in şiiri dünyevi aşka teşne sayılmaz) ama dil ve bazı bazı da şekil hususiyetleri ile halk şiirinin kadim geleneğinden, bilhassa da hikemî tarzdan beslendiğini söylemek mümkün. Bu şiirler, asabiyeti ile maruf metinler. Mürekkepten ziyade ontolojik bir öfkeyle kâğıda döküldüklerini hemen her satırda kavramak mümkün. Ama belki de bu hiddet saman alevi kabilinden olmadığı için şiirler de sabun köpüğü işlerden değil. Özel, arabeske yenik düşmeden öfkesine güvenen bir insan. Kalemini zinde tutan şey bu. Daha önceki kitabını (Aynı, 2021) okuyanlar da iyi bilirler ki Murat Özel'in şiirleri militan bir tavra sahiptir. İnsana, dünyada rahatlığın olmadığını hatırlatan, dimağda kısa devreler yaptıran sarsıcı manzum eserlerdir bunlar. 

"Beni anlamadılar sonra ben de anlatmamayı seçtim

Çünkü barbar olmak bunu gerektirir" 

Murat Özel, şiirlerinde filtre yahut filigran kullanmaz. O, şeyhlerin artık kendi kendilerine uçması gerektiğini savunur. Teknenin aykırı mürididir, virdi başka virtlere benzemez. Belki edebiyat yolculuğundaki kaderini de bu müstağni-tok sözlü tavrı etkilemiştir. Türk şiirinde görmezden gelinmeye çalışılan ilk Özel değildir. Benden söylemesi aziz okur, şayet şiire eser miktarda ilginiz varsa Murat Özel'in (eski tabirle) millî musavver şiirlerini ıskalamayın. Kefilim, değecek.

Yorum Yaz