Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Gönül dünyamızı sonsuz mutluluklara açan zaman dilimlerini tekrar yaşamayı iple çekeriz. Ruhî hayatın derunî yönüyle bizi tanıştıran mekânları tekrar ziyaret etmek için sabırsızlanırız. Hacca gidip de o anları tekrar yaşamak ve o beldeleri tekrar görmek istemeyen bir kimse ile karşılaştınız mı? Hayır. Niçin? Çünkü o zaman ve mekânlarda yaşanan lâhutî duygular dinî hayatın zirvesini temsil ediyorlar. İbadetle ihlasın, zemzemle zikrin, Hacerü’l-esved taşı ile gözyaşının muhteşem terkibini temsil ediyorlar.
Ramazan da böyle bir gönül tiryakiliğidir. Böyle bir gönül seferberliğidir. Tekbirle teravihin, sahurla sadakanın bir sentezidir. Hem biliyor musunuz, sahur, seher ve sihir aynı köktendir. Yani sahurun bir sihir, bir büyüsü vardır. Bu sihir günümüzü avuçlamakta, mahyamızı aydınlatmaktadır.
Bizim kültürümüzde Ramazan tıpkı hacılar gibi şen – şakrak bir şekilde karşılanır. Düğün dernek gibi istikbal edilir. Şimdi nasıl bilmiyorum ama benim çocukluğumda Doğu Karadeniz'de Ramazan düğün alayı gibi karşılanır, arefe günü yüzlerce mermi atılırdı. Cami ve minarenin aydınlığı içimize aksederdi. Teravih namazlarıyla birlikte başlayan “merhaba” sedaları yeri – göğü inletirdi.
Merhaba ey şefkat ayı merhaba
Merhaba ey vuslat ayı merhaba
Merhaba ey rahmet ayı merhaba
Merhaba ey hikmet ayı merhaba
Bütün ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadeti bizi “zaman disiplini” ile de tanıştırır. Dakika ve saniyelerle barıştırır. Günlük hayatımıza çeki-düzen verir. Sosyal hayatın -hatta trafiğin- akışına bile tesir eder. Tatlı iftar telaşıyla yüzleştirir.
İç dünyamızın aydınlanmasıyla birlikte dış dünyaya açılırız. Fakir fukaraya uzanırız. Yoksul ve kimsesizlerle buluşuruz. Garibanlarla konuşuruz. Ekmeğimizi paylaşırız. Böylece fakirlerin bulunduğu çadırlardaki toplu iftarlar toplu ibadetlere dönüşür.
Önceki sene Ramazan’ı deprem hüznüyle yaşamış, o bölgedeki kardeşlerimizin sıkıntılarına el uzatmıştık. Bu sene de Gazze ve Suriye’deki kardeşlerimizin aç ve susuz halleri ciğerlerimizi yakıyor. “Bir hırka ve bir lokmaya” muhtaç olan dostlarımıza yardım etmenin derdiyle dertleniyoruz.
Yaklaşık 500 sene önce Üftade Hazretleri Ramazan’ı idrak edenlerin duygularına tercüman olmak üzere bu mübarek zaman dilimine erişmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Şükür Allah’a ey dostlar!
Eriştik oruç ayına
Ki mü’mine hidayettir
Eriştik oruç ayına
Ruh atletizmi
Rizayet ve mücahede, dinî – ahlakî hayatımız için sık sık kullanılan terimlerdendir. Rizayet, eğitmek, terbiye etmek, mücahede ise gayret ve çaba göstermek demektir.
Beden eğitiminin adı eskiden riyazet-i bedeniye idi. Bu eğitim ile nasıl bedenimize birçok mahareti kazandırabiliyorsak, ruh eğitimi ile de ruhumuzu kemâle doğru götürebiliriz. Her hangi bir spor dalı ile ilgili olarak kazandığımız maharet ve ustalık milyonlarca insanı o konuda geçmemize sebep olduğu gibi ruhumuza kazandıracağımız manevî enerji ile de “hayırlı işlerde” en önlerde yarışabiliriz.
Ruh eğitiminin başlangıcında, bedenî arzu ve ihtiyaçlarımız kontrol altına alınır. Bunun gelenekteki üçlü tasnifi şöyledir: Az yemek, az uyumak, az konuşmak.
Bedenin arzu ve iştahlarını denetim altına alan insan, manevî dünyaya yönelebilmek için gerekli olan donanım ve kabiliyeti elde eder. Bu sefer iki görev daha gündeme gelir:
Daimi zikir / Allah'ı anma
Gerçek bir tefekkür/ yoğunlaşma.
İşte, yeme, içme ve cinsî arzularımızı kontrol altına alan oruç dört dörtlük bir riyazettir. Oruç ile lüzumsuz lakırdılara değil, tefekküre yöneliriz. Oruç ile kendimiz için değil başkaları için yaşamaya başlarız.
Ramazan ayı kendimizi değil başkalarını, muhtaçları yedirme ayıdır. Bunu yaptığımız oranda ruhumuz bayram eder. Hayatımız anlam ve derinlik kazanır. Gösteriş çukuruna düşmeden bu faaliyetleri gerçekleştirdiğimiz zaman mutlu oluruz. Mutlu olan insanın çok uyumasına da gerek yoktur, çok yemesine, çok konuşmasına da.
Allah'ın en mükemmel yarattığı varlık olan insanın ihtiyaçlarına yöneldiğimiz zaman rizayet ve mücahede hayatının önemli bir kısmını ikmâl eder ruhumuzun kanatlandığını hissederiz. Bir başka ifadeyle ruh dünyasının atleti oluruz.
Cimrilik yükünden kurtulur, büyüklük taslama kanserinden şifa bulur, egoizmin karanlığından sevgi ve mahabbetin aydınlığına ulaşırız. Dünyayı, insanı yeniden tanırız. Allah'ı severiz, kendimize geliriz. İşte Bursa’da yaşayan şair Cengiz Numanoğlu’nun tespiti:
Çilen dağlar olsa yolun düz gelir
Karakışlar bahar gelir yaz gelir
Nefsin aç olsa da sana tok gelir
Yüreğinde Allah sevgisi varsa
İkinci etapta Hz. Peygamber'e aşık olanlara aşık olmak gerekir. Allah dostlarıyla dost olmak gerekir. Onları canla başla dinlemek gerekir. Onların tecrübesinden faydalanmak, fikirlerinden beslenmek, görüşlerinden feyz almak gerekir.
Mezarı İznik'te bulunan Eşrefoğlu Rumî yaklaşık 600 sene önce bu aşkı anlatan aşıklardan biridir:
Seni sevmek benim dinim imanım
İlâhî! din ü imandan ayırma.
Eşrefoğlu senin kemter kulundur
İlâhî! kulu sultandan ayırma!
Hayatı yemek, içmek, giyinmek ve birleşmekten ibaret gören anlayışın aksine, pek çok insanî üstünlükleri öne çıkarmak için bu mevsim büyük bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Ramazan mektebinde okumak, insanı şehvetin tuzaklarına karşı uyanık hale getirir. Çile ve ızdırap içinde yaşayanlara karşı olan vurdumduymazlığımızı hesaba çekme imkanı verir, kendimizle ve çevremizle “barışık” olmanın kapılarını sonuna kadar açma fırsatı sunar, yakarışlarımız hedefini bulur:
Ne tâc ister ne taht ister.
Ne mal ne mülk ne pul ister.
Varsın hepsi ırak olsun.
Gönül senden seni ister.
Oruç ayında, oruç tutmak gerekir. Cümbüş olacaksa fakir-fukara için olmalıdır. Yokluk ve yoksulluk içinde yaşayanlar için olmalıdır. Bizim için bu ay “Bir hırka bir lokma” ayı muhtaçlar için “bin hırka bin lokma” mevsimi olmalıdır. Aksi halde mahyaların ışığı belki yüzümüzü aydınlatır, fakat ruhumuzu aydınlatmaz. Yaşamamız gereken tevhid ve muhabbet neşvesini yakalamamıza vesile olamayabilir,
Birliğimizi zedeleyen müzmin hastalıklardan kurtulmak için Mehmet Akif uli beraber dualarımız devam ediyor:
Ya Râb, şu muazzam Ramazan hürmetine
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise
Ya Râb, şu asırlarca süren tefrikadan
Artık, ezilip düşmesin ümmet ye'se,
Kadir Gecesinin aydınlığı
Seher, sihir ve sahur aynı kökten türeyen kelimelerdir. Buradan hareketle şu söylenebilir: Seher vaktinde bir sihir vardır, sahur vaktinde büyüleyici bir taraf vardır. Daha doğru gecenin seheri esrarengiz bir zaman dilimidir.
Dinî coşku daha çok gecelerde yakalanır, kandiller gecelerle anılır. Gece kalkıp Allah'a ellerimizi ve gönüllerimizi açmak bunun için tavsiye edilir. Gecenin sessizliğinden, sükûnetinden istifade ederek ruhî-kalbî sermayelerimizi zenginleştirmek bunun için teşvik edilir.
Geceye, aya, yıldızlara dikkatimizi çeken pek çok ayet-i kerime vardır. Tabiat kitabını okuyabilmek ve onun ilhamını iç dünyamıza aktarabilmek için pek çok uyarı vardır.
Şüphesiz gecelerin en muhteşemi Kadir Gecesidir. Kandillerin en nurlusu Kadir kandilidir. Çünkü insanı ve kainatı aydınlatmak için gelen Kur'an-ı Kerim o gün dünyamızla tanıştı. İnsanoğluna doğruyu ve güzeli göstermek için nazil olan ilâhî kitap son peygamberle o gece buluştu. Kur'an bir nurdu. Hz. Peygamber parıldayan bir ışıktı. İşte Kadir gecesi bu iki kandili bir araya getirdiği için “nurun alâ nur” oldu.
Sevenlerin sevgisiyle bu gecenin karanlığı nura dönüşmekte, âşık ve maşuk aynı duyguları paylaşmaktadır. Leyla mecnun kıssası yeni bir boyut kazanmaktadır. Leylâ kelimesi de gece anlamında olan “leyl” kelimesinden türemesi boşuna olmamalıdır. Bu mukaddes zaman diliminin aydınlığından istifade edebilmek için her şeyden önce “uyanık” olmak gerekir. Gönlümüzü bu geceye açmak gerekir, onu kucaklamaya hazır olmak gerekir.
Şu gecelerin şahı
Bizim Kadir gecesi
Hem hurşid hem de mâhı
Bizim Kadir gecesi
Kadir Gecesinin bereketini hissedebilmek için bu gece nâzil olan Hz. Kur'an'ın rehberliğine başvurmak gerekir. Onun üzerinde düşünmek gerekir. Anlamı üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Onun nuru ile gecenin nurunu birleştirmek gerekir. Onun ışığı ile mahyaların ışığını bütünleştirmek gerekir. Gönüllerimizi bu ışık cümbüşünü aksettirebilecek bir saflığa kavuşturmak gerekir. İçimizi, kin, kibir gibi karanlıklardan temizlememiz gerekir. Sevgi ve mahabette yer açmamız gerekir. Aksi halde bu ışıklı mevsimler gelir geçer hiç haberimiz olmaz. Bu nur mevsimleri başlar biter, hiç ruhumuz duymaz.
“Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, Allah korkusundan dağı parça parça olmuş görürdün. Biz bu misalleri insanlar düşünsünler diye veririz.” (Haşr, 59/21)
Müminler Ramazan’ın gelişine sevindikleri gibi, gidişine de üzülmüşlerdir. Bu mübarek ayın gidişinden dolayı duyduğu hüznü Mısrî’nin halifesi Kasımzâde Seyyid Mehmed Efendi’ye aittir.
Mahzûn olun ey dostân
Gitdi mübarek ramazân
Nûr ile dolmuşken cihân
Gitdi mübarek ramazan
Yorum Yaz