Kendimi çizdiğimi hissediyorum

Güncel GELENEKLİ SANATLAR

Kaligrafi sanatçısı ve müzisyen Muhammed Başdağ, “Her harf, kendi içinde bir ritme sahiptir. Harflerin kendisinden ziyade çizgilerin lisanına odaklıyım. Sanat, insana kendi varlığıyla yüzleşme fırsatı sunar. Bir harf çizerken, aslında kendimi çizdiğimi hissediyorum. Çünkü bir harfin kıvrımı, insanın ruhundaki iniş çıkışlara benzer. Bazen sarsılır, bazen yükselir ama en sonunda kendini bir bütünlüğe ulaştırır” diyor. 

Kaligrafi sanatına değer katan isimlerden biri olan Muhammed Başdağ, Litros Sanat gazetesi için sorularımızı yanıtladı. Küçük yaşlarda bilgi yarışmasında kazandığı dolma kalemle başlayan sanat yaşamında bugün kaligrafi, hat ve resmi birleştirerek kendine özgü bir tarz oluşturan Başdağ, aynı zamanda müzikle de uğraşıyor. Kanun sanatçısı olan ve besteler yapan Başdağ, müzik ile kaligrafinin kendisi için ayrılmaz bir bütün olduğunu dile getiriyor. Fanus Tekniği adını verdiği bir yöntemle klasik kaligrafiyi hat sanatıyla birleştiren ve dairesel formda yaptığı eserler ile sanatseverleri zihinsel bir yolculuğa çıkaran Başdağ, fosforlu resim tekniğiyle de tek eserde gece ve gündüz farklı bir görünüm sunuyor. İstanbul Kültür Başkenti Projesi kapsamında sanatçı olarak yirmiye yakın ülkede yer alan Başdağ, birçok ünlü marka ile de iş birliği yaparak Türk kaligrafi sanatını yurt dışında da tanıtıyor. Eserlerinde sıkça müziğe ve şiire atıfta bulunan sanatçı çalışmalarına Cihangir’deki atölyesinde devam ediyor. Hem müzik hem de kaligrafi sanatı üzerine yeni üretimlerde bulunan Başdağ, “Ben sanatın içinde kalmaya devam edeceğim. Çünkü sanat yalnızca bir üretim değil, yaşamla yapılan bir sohbettir. Ve ben, bu sohbetin içinde kaybolmayı seviyorum” diyor. 

Bir dolma kalemle başladı her şey

Kaligrafi sanatı ile ilk ne zaman tanıştınız? 

Bazı anlar vardır ki, insanın kaderiyle ilk kez göz göze geldiğini hissedersiniz. Henüz çocuk yaşlarda, bir bilgi yarışmasına katılmıştım. Yarışmayı kazandığımda bana hediye edilen şey, bir dolma kalemdi. Ama bu kalemin ucu diğerlerinden farklıydı. Kesik uçlu bir kalemdi… Başlarda onu kullanmakta zorlandım ama içimde bir his, bu kalemin bana anlatmak istediği bir şey olduğunu söylüyordu. Öğretmenim, bu kalemin kaligrafi için özel olarak üretildiğini söylediğinde, harflerin yalnızca anlam taşıyan işaretler olmadığını, aynı zamanda bir ritme ve ruha sahip olduğunu fark ettim. O günden sonra, defterlerim yalnızca kelimelerle değil, onların akışıyla dolmaya başladı.

Bu yolculuk beni, İstanbul’un derin sanat hafızasına götürdü. Kaligrafi konusunda tanınmış bir isim olan Sinan Sinangil’in öğrencisi oldum. Ama Sinan Hoca yalnızca bir kaligraf değil, bir filozof gibiydi. Derslerimiz, satır aralarına gizlenmiş felsefi sohbetlerle doluydu. O, bana sadece kalem tutmayı değil, bir harfi hissetmeyi öğretti. Çünkü bir harf, sadece yazıya dökülen bir biçim değil, insanın içindeki dünyayı bir çizgiye sığdırma çabasıdır.

Her harf kendi içinde bir ritme sahip 

Kaligrafinin sizdeki karşılığı nedir? 

Kaligrafi benim için yalnızca bir yazı biçimi değil, zamanı ve varlığı anlama biçimidir. Her harf, kendi içinde bir ritme sahiptir. Örneğin Elif… Onun dik duruşu, insanın içindeki doğruluğu temsil eder. Oysa Vav harfi, başını eğmiş bir derviş gibidir. Eğilir, kıvrılır ama içindeki ahengi asla kaybetmez. Bu yaklaşım ve algım Latin harflerinde de aynı şekilde. Harflerin kendisinden ziyade çizgilerin lisanına odaklıyım. Sanat, insana kendi varlığıyla yüzleşme fırsatı sunar. Bir harf çizerken, aslında kendimi çizdiğimi hissediyorum. Çünkü bir harfin kıvrımı, insanın ruhundaki iniş çıkışlara benzer. Bazen sarsılır, bazen yükselir ama en sonunda kendini bir bütünlüğe ulaştırır.

En büyük ustam istanbul

Sanat hayatınıza dokunan, size yön veren ustalar oldu mu?

Sanatta ustalar yalnızca bir şeyleri öğreten değil, bazen de insanın içinde uyuyan duyguları uyandıran kişilerdir. Sinan Hoca, bana sanatın sadece bir teknik olmadığını öğreten ilk kişiydi. O, kalemin ucundaki mürekkebin bir felsefeye dönüşebileceğini gösterdi. Fakat benim en büyük ustam, İstanbul’dur. Eski bir çeşmenin kitabesinde gördüğüm harfler, Kapalıçarşı’nın taşlarına sinmiş tarih, sahaflarda karşıma çıkan unutulmuş yazmalar… Bütün bunlar, sanat yolculuğumda bana kılavuzluk eden şeyler oldu.

Kaligrafide ‘Turkish Calligraphy’ olarak bilinen bir tekniğiniz var. Bundan bahseder misiniz? 

Fanus Tekniği adını verdiğim bir yöntemle klasik kaligrafiyi hat sanatıyla birleştirdim. Normalde kaligrafi satır düzeninde ilerler ancak ben harfleri hat sanatındaki istif anlayışıyla şekillendirerek bir form içine yerleştirdim. Bu yalnızca bir yazı değil, bir kompozisyon, bir bütünlük arayışıydı. Şimdi bu teknik dünya çapında pek çok sanatçı tarafından ilgiyle takip ediliyor.

Resim, kaligrafi ve hat sanatını birlikte kullanıyorsunuz… Bize sanat anlayışınızdan bahseder misiniz?

Sanatı hiçbir zaman tek başına bir disiplin olarak görmedim. Müzik, resim, kaligrafi… Bunların hepsi aynı büyük yapının içinde birbirini tamamlayan unsurlar. Sanat, büyük bir bahçedir. İçinde çiçekler, ağaçlar, sular vardır ama hepsi aynı güneşin altında büyür. Eserlerimde yazıyı, resmin önüne geçirmem. Harfler, anlamlarını yalnızca taşıdıkları kelimelerden değil, içinde bulundukları kompozisyondan da alırlar. Elif harfi benim için doğruluğu ve ilahi hakikati temsil ederken, vav harfi insanın mütevaziliğini, aşkın eğilişini anlatır.

Çalışmalarımın bir tür zihinsel yolculuk hissi yaptığı söylenir

Çalışmalarınızda dairesel formlar ön planda… Bu hep böyle miydi? 

Zamanla anladım ki kâinatın dili dairesel. Hiçbir şey dümdüz bir çizgide ilerlemez. Suya düşen bir damla, dalga dalga yayılır. Gök cisimleri döner, atomlar titreşir. Ve insan, farkında olmadan bu ritme ayak uydurur. Başlarda klasik formlarla çalışıyordum ama zamanla sanatın doğanın bir yansıması olduğunu hissettim. İşte o zaman dairelerin, sonsuz bir döngünün anlatıcısı olduğunu fark ettim.

Eserlerinizin insanı hipnotize eden bir tarafı var sanki… 

Sanat, bazen insanı içine çeken bir kapı gibidir. Eğer bir eser, izleyicisini zamanın dışına taşıyabiliyorsa, işte o zaman gerçek sanat ortaya çıkmıştır. Bana zaman zaman eserlerimin bir tür zihinsel yolculuk hissi verdiği söyleniyor. Belki de bu, harflerin içindeki ritimden, renklerin ve ışığın birbirine karışmasından kaynaklanıyor. Çünkü her çizgi, aslında bir başka çizgiyi tamamlamak için vardır.

Gündüz başka gece başka…

Fosforlu resim tekniğinizi de konuşalım isterim… 

Sanatta her şey, bir arayışın sonucudur. Ben de görülebilirliği yalnızca ışığa bağlı olmayan bir sanat formu yaratmak istedim. Kendi fosfor karışımımı oluşturabilmek için kimyagerlerle çalıştım, fosfor taşlarını ezip boyalara kattım, yüzlerce deneme yaptım. Sonunda, gündüz başka, gece başka görünen eserler yapmaya başladım. Bu teknik sayesinde sanatım yalnızca bir zaman diliminde değil, zamandan bağımsız bir varoluş içinde kendini ifade edebiliyor.

Şu an üzerinde çalıştığınız projeler var mı?

Yakın zamanda bir sergi planım yok, ancak uluslararası bienallere katılmayı düşünüyorum. Ayrıca müziğimde yeni bir dönem başladı. “Gözlerin Bir Aşk Şarabı” adlı bestem, Umut Akyürek tarafından seslendirildi ve büyük ilgi gördü. Ama en önemlisi, ben sanatın içinde kalmaya devam edeceğim. Çünkü sanat yalnızca bir üretim değil, yaşamla yapılan bir sohbettir. Ve ben, bu sohbetin içinde kaybolmayı seviyorum.

Kanun benim için kâinattan düşen bir mısranın dile gelişi

Sanatınızda müzik, resim ve kaligrafi iç içe geçmiş durumda. Peki, müzik sizin için ne ifade ediyor?

Bir dostum bana, “Dünya bir nota gibi, hepimiz onun içinde birer tınıyız,” demişti. Bunu ilk duyduğumda, içimde çok eski bir şeyin yankılandığını hissettim. Benim için müzik, duyulabilen bir sessizliktir. Bazen notalar arasındaki boşluklarda bir mânâ bulurum, bazen kanunun tellerine dokunduğumda hiç bilmediğim bir coğrafyanın sesini duyarım. Kanun benim için sadece bir enstrüman değil, kâinattan düşen bir mısranın dile gelişidir. Eyüp Musiki Cemiyeti’nde keman öğrenen bir arkadaşım sayesinde tanıştım onunla. Önce Göksel Baktagir, ardından Halil Karaduman gibi büyük ustalarla çalıştım.

Müzikle olan ilişkiniz Kaligrafi sanatını ya da Kaligrafi sanatı ile olan bağınız müziği nasıl etkiliyor?

Müzik benim için sadece bir sanat dalı değil, hayatın ritmi. Bir harf çizerken onun içinde bir melodi duyuyorum. Bir kanun taksimi yaparken, elimde bir fırça olduğunu hissediyorum. Atölyemde plak arşivim var. İçinde internette bulunmayan, eski antikacıların raflarında kaybolmuş, tozlu zamanlardan gelen sesler var. Eski antikacılardan bulduğum, zamanın tozunu taşıyan kayıtları dinlerim. Atölyeme gelen dostlarıma önce bir kahve ikram ederim, sonra bir müzik… Müziği bir sohbetin eşiği olarak görürüm. Çünkü her insanın içinde, onun melodisini tamamlayacak bir ses vardır. Sanat, paylaşmadan eksik kalır.

Mesela kaligrafi yaparken bir anda kalkıp kanun çaldığınız olur mu? Ya da tam tersi? 

Benim günüm bir müzik gibi akar. Bir beste yaparken bazen elimde fırçayı bulurum, bir kaligrafi çalışırken kendimi kanun çalarken bulurum. Bir tablom bazen bir melodinin devamıdır, bir harf bazen bir eserin giriş cümlesidir. Ve bazen her şey susar, bir plak döner.

Merve Yılmaz Oruç
Merve Yılmaz Oruç

Gazeteci. 28 Şubat 1991 tarihinde İstanbul Eyüpsultan’da doğdu. Evli ve bir çocuk annesi. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden 2013 yılında mezun oldu. Önce sektörel bir der ...

Yorum Yaz