Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Eski bir Özbek sözü “ekmeğe hürmet, devlete hürmettir,” der. Salt basit bir yiyecekten bahsetmediğimiz aşikâr. Fransa’da baget, Japonya’da pan, Hindistan’da chapati, Etiyopya’da injera, İran’da lavaş, Kuzey Afrika’da khobz, bizdeyse yufka, bazlama, tandır ya da somun olarak vücut bulan, adı değişse de aslında un, tuz ve sudan müteşekkil kadim bir kimlik ve hafıza yöntemi olduğunu söylemek mümkün. Dünyanın hemen her yerinde yaşam, buğday başağı ve ekmeğin varlığıyla ilintilenmiş çünkü. Bazı coğrafyalarda namusla özdeşleşmiş; Eski Mısır’da fırıncılar tapınak hizmetkârlarından daha çok hürmet görmüş, Mezopotamya’da rahipler ayinlerine ekmek pişirerek başlamış, Eski Slav mitolojisinde ekmeğe hürmetsizlik edenin başına umulmaz felaketlerin geleceğine inanılmış, Anadolu’da öpüp başa konulmuş, edebiyatta mücadele, imtihan ve nimet metaforu olarak nice şiire, nice romana konu olmuş, “ekmek yerine pasta” söylemiyle Fransız Devrimi’nden bile rol çalmış bir yiyecek, ekmek.
Hal böyle iken ve ekmeğin kutsiyeti yüzyıllardır dilden dile, coğrafyadan coğrafyaya, topraktan toprağa aktarılıyorken on beş yıl evvel bir festival fikri çıkmış ortaya: “Barış Ekmeği Festivali.” Barış ve ekmek. En az Ekmek ve Çiçek kadar güzel, değil mi? İşte Esenler Belediyesi tarafından bu yıl on beşinci kez düzenlendi bahsi geçen bu festival. Ayrıntılarına kulak kesildiğim ilk andan beri tüylerimi diken diken eden inceliklerle bezenmiş bir festivalden söz ediyorum. Her yıl belirlenen farklı coğrafyaların çocukları özel bir davetle Türkiye’ye getiriliyor, bazen Afrika oluyor bu coğrafya bazense Asya. Bir devlet büyüğü gibi ihtimam gösterilen bu küçük konuklar, günlerce gönüllerince eğlenip çocuk olma tasasızlığının keyfini çıkarıyor ve İstanbul’un dünya tarihine adeta birer parmak izi bırakmış yapılarını geziyorlar.
Ve bu şehir öyle bir şehir ki, her ülkenin çocuğu başka bir tarihi yapıda kendi ülkesini anımsatan bir ayrıntı buluyor. Kimisi Sinan’ın mimarisinde, kimisi boğazın maviliğinde, kimisi Ayasofya Camii’ndeki zarif işlemelerde… ama muhakkak buluyor.
Festival tarihinin bilhassa 23 Nisan’a denk getirilmesi ise incelikli düşünülmüş bir başka detay. Dünya üzerinde dünya çocuklarına armağan edilmiş tek bayram olan 23 Nisan’ı, on beş yıldan bu yana dünyanın dört bir yanından gelen farklı dile, farklı kültüre, farklı renge sahip onlarca çocukla birlikte kutlamaktan bahsediyorum.
Türkiye’nin mayasıyla birleşen unlar, dünya çocuklarının ellerinde barış umuduna dönüştü.
Peki, festivale adını veren ekmek bu işin neresinde? Anlatayım: Türkiye’ye gelen her çocuktan gelirken ülkelerinden un ve su getirmeleri isteniyor. Sonra bu unlar Türkiye’nin unu ve mayasıyla birleştirilip meydanda yapılan bir törenle devasa bir ekmek hamuruna dönüşüyor. Esenler Belediye Başkanı M. Tevfik Göksu ve protokolün de dahil oluşuyla pişirilip oracıkta dilimleniyor. Ekmekler tadılıyor. Bir belediye başkanının Nijeryalı bir çocuğa barış ekmeği ikram edişini gözünüzün önüne getirmeyi deneyin, ne harika bir görüntü değil mi? Üstelik dahası da var, pişirilen bu ekmekler teker teker paketleniyor ve devlet büyüklerine posta yoluyla gönderiliyor. Ekmeğin eriştiği devlet büyüğü paketin içinde çocukların dilinden kaleme alınmış bir de barış mektubu buluyor. Dünya üzerinde barışı ve huzuru tahsis etmesi beklenen ama bunu bir türlü beceremeyen, belki becermek istemeyen ya da esas varlık amacını unutmuş devlet büyüklerine henüz on beşini aşmamış dünya çocukları tarafından gönderilmiş bir dilim ekmek ve barış umudu… Bunun tek başına etkileyiciliği şöyle dursun bir de Türkiye eliyle on beş yıldır gerçekleştiriliyor olması adeta alınlarımıza gururdan ve umuttan nakşedilmiş bir nişane.
Yıllardır gönderilen bu ekmek ve okunan mektup barışı sağlamaya yetmedi belki ama en azından ateşe su, karıncaya taraf oldu. Bugün bunu nasip eden İbrahim’in Rabbi, bir gün bize de “serinlik ve selamet” nasip eder belki.
Gönül coğrafyamızın çocukları
Her yıl farklı coğrafyalardan gelerek ülkemizde misafir edilen çocukların bu yıl buluştukları ortak nokta ise coğrafyaları ve sınırları aşan bir temaydı: “gönül coğrafyamız.” Gönül, tam karşılığı yalnızca Türkçede olan bir kelime. Ne kalp ne de yürek tam olarak bizdeki anlamını karşılamaya yetmiyor hiçbir dilde. Kelimelerle anlatmak pek mümkün olmasa da buraya gelen hemen her çocuk gönlün ne olduğunu bir şekilde öğrenerek döndü evine. Bütün bütün anlamasalar da hissettiler. Etkinlikte öğrencilerden sorumlu birinin terlemiş mi diye sırtına bakmasıyla, bir başkasının fotoğraf çektirmeden evvel gömlek yakalarını düzeltmesiyle ya da dağılan saçlarını toplamasıyla… içlerinde bir yerlerde; dil, din, ırk tanımayan çocuk kalplerinde hissettiler.
Kosova’dan Kuzey Makedonya’ya, Kırgızistan’dan Arnavutluk’a, Romanya’dan Filistin’e dek Türkiye de dahil tam 9 ülkeden; gönül coğrafyamızın 103 çocuğu Barış Ekmeği Festivali için Esenler’deydi. Barış Ekmeği’nin devlet büyüklerine gönderilmesinin ardından her ülke kendi kültürünün izlerini taşıyan folklor gösterisini sergileyip gönüllerince eğlendi.
Hepsi şehit…
Festival boyunca tüm çocukların, çocuk olmanın ve bayramın hakkını verircesine gönüllerince eğlendiğini görmek muhtemelen tüm ekibin yorgunluğunu gidermeye yetti. Benimse bedenime ve ruhuma tarifi zor bir ağırlık ve ne kadar dinlenirsem dinleneyim uzunca bir süre geçmeyeceğini bildiğim bir yorgunluk ve sızı eklenmişti. Sızımın adı Judi. Judi Gazzeli. Diğer çocuklarla olduğu gibi onunla da muhabbet etmeye başladık. Nereden geldiğini biliyordum ve nasıl geldiğini de…
Bir süredir Ankara’da yaşıyorlarmış, Türkçesi anlamaya da anlaşılmaya da yetiyordu. İstemsiz bir dürtü ve galiba biraz da arsız bir merakla kardeşlerini sormuş bulundum bir anda. Kağşamış merakım ses tellerime çarpıp havaya karışınca çoktan pişmanlık olarak vücut bulmuştu bile ama her şey için çok geçti artık. Ben biraz utanç biraz da mahcubiyetle durumu nasıl kurtarırımın derdine düşmüşken Judi söz yükünü benden aldı ve “şehit” dedi. Okulda der gibi, evde beni bekliyor der, burada birazdan gelir der gibi, “şehit.” Ben hâlâ ne diyeceğimi bilemezken Judi aynı sıradanlıkla devam etti: “hepsi şehit.”
Kaç kişiydiler, nasıl şehit oldular bilmiyorum ama o anda hepsinin naaşı aynı anda benim omuzlarıma yüklenmişti sanki. Konuyu değiştirmekten başka çarem yoktu, hem zaten ne diyebilirdim ki?
Ertesi gün çocuklar gösterilerini sergileyecekti tek tek. Sırayla sahneye çıkıp olağan marifetlerini gösterdiler. Alkışlandılar, sevildiler, sevindiler. Her şeyden önemlisi hayatları boyunca unutamayacakları anlar yaşadıkları besbelliydi. “Biz,” diyeceklerdi zamanı geldiğinde, “bir keresinde Türkiye’ye gitmiştik, İstanbul’a…”
Gösteri sırası Filistin’deydi. Onları on kişilik alkışlayacağıma söz vermiştim kendime. On kişilik alkışlayıp bin kişilik sarılacaktım, kendimce. Parıltılı ve gösterişli yöresel kıyafetler giymiş kızların yanından Filistin kefiyesinden dikilmiş bir pelerin ve hepsi birbirinden farklı siyah pantolonlarla geçerek çıktılar sahneye. Sesleri gürdü. Hep olduğu gibi. Filistin direnişiyle ilgili bir marş okudular. İçlerinden tek erkek ve en büyük olanı, yanlarına gittiğimde gözyaşlarımı tutamayıp “sizin yanınızda ağlamak çok ayıp biliyorum ama” derken beni “benim bütün abiler şehit ama elhamdülillah, ağlama” diye teselli edecek olan o genç çocuk, bir direniş şarkısı söyledi. Böylece ailesi şehit düşmüş Filistinli bir genç tarafından teselli edilmenin utancını da sırtlanacaktım az sonra.
Garip olan şu ki, gözlerinde kesif ve yerleşmiş bir hüzünle baktılar hep etraflarına ama hiçbirinin gözünden bir damla yaş akmadı. Artık gözyaşları kuruduğundan mı yoksa Allah’ın bu halkın çocuklarına dahi bahşettiği sarsılmaz izzetten mi bilmiyorum ama etrafımdaki bir metre boyunda kocaman insanlarla bir anda dünyadan çekiliverdik sanki.
Herkes evine dönerken onların gittiği gurbet içinde gurbet, sıla içinde sıla; Ankara’da sevimsiz bir otel odası. “Bir gün,” dedim onlara, “siz de bizi misafir edeceksiniz, inşallah olabilecek en yakın zamanda, üstelik Kubbetü’s Sahra’da.”
Ve ekmek, barış ekmeği bir kez daha… Ekmek bir bakıma hürriyettir de… Gazze’nin ekmeğine, suyuna, semasına kavuştuğu günü hep birlikte görmek duasıyla…
Yorum Yaz