Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Suudi Arabistan Kültür Bakanlığı’nın kurduğu Diriyah Bienali Vakfı’nın düzenlediği 2. İslam Sanatları Bienali Cidde’de İslam sanatının nadide örneklerini buluşturuyor. Ülkemizden beş yazma eserin yer aldığı etkinlikte geçmişle bugünün sanatı bir arada sergileniyor. İslam kültürünün doğudan batıya izlerinin takip edildiği bienal, sanatın estetik yönünü manevi duygularla birleştiriyor. Hal böyle olunca ortaya çıkan eserler, ziyaretçileri tefekküre yönlendiriyor. Saeed Gebaan’ın “Nefes”inden Nour Jaouda’nın “Before the Last Sky”ına, Arcangelo Sassolino’nun “Memory of Becoming” eserinden Louis Guillaume’nin “When We Welcomed the Wind”e kadar farklı ülke ve dinlerden sanatçıların eserleri İslam sanatının zamansızlığını, geçmişle bugün arasındaki bağı güçlü bir şekilde vurguluyor.
Diriyah Bienali Vakfı tarafından düzenlenen “İslam Sanatları Bienali” bu yıl ikinci kez kapılarını açtı. Vakıf, Suudi Arabistan Kültür Bakanlığı tarafından kurulan kamuya açık ve kar amacı gütmeyen bir oluşum. Bienalin Cidde’de yapılma nedeni de hac ve umre için gelenlerin yolculuğunun burada başlaması. İslam dünyasının en kapsamlı kültür sanat etkinliği olan bienalin açılışını, 25-26 Ocak’ta Cidde’de takip ettim. Sergi, tarihi ve çağdaş eserler arasındaki bağlantıyı sergileyen iç mekanlar ve açık alanlarda yer alıyor. Bienali, sanat direktörleri Julian Raby, Amin Jaffer, Abdul Rahman Azzam ve çağdaş sanat küratörü Muhannad Shono ve bizleri eserleri başında hazır bekleyen sanatçılarından dinledik. 100 bin metrekarelik alana kurulan bienal, sabah girip akşam çıkacağınız bir yer desem abartmış sayılmam.
Dünyanın İslam eserleri Cidde’de
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 20 ülkeden 30 kurumun katkı sağladığı bienal, Cidde Kral Abdülaziz Uluslararası Havalimanı Batı Hac Terminali'nde düzenleniyor. 25 Mayıs’a kadar ziyaret edilebilecek bienal, farklı ülkelerdeki nadide İslam eserlerini bir araya getirmesi açısından çok kıymetli. Mesela Vatikan’dan gelen en eski İbranice ve Yunanca el yazması Kur’an-ı Ke rimler, en eski İslam devletlerine ait günlük malzemeler ve savaş aletleri bunlardan başlıcaları. Tabi buna ek olarak Kabe ve Mescid-i Nebevi Örtüleri de bu şehirlere henüz gidemeyenler için bir vuslat niteliğinde.
Bienal bu yıl temasını, kitabımız Kur’an-ı Kerim’de birçok kez geçen “Ve Arasındaki Her Şey” ifadesinden almış. Açıkçası ilk bakışta pek bir anlam veremedim. Nitekim sergi alanlarını gezmeden ve eserleri deneyimlemeden bunu anlamak biraz zor. Aslında bu ifadeden kasıt, Allah’ın yer ve gök arasında yarattığı her şeyin bir anlamı olduğu, hiçbir şeyi boşa yaratmadığı vurgusu var. Bienali detaylı gezdiğinizde ya da sosyal medya hesaplarını incelediğinizde ilk insanın yaratılışından günümüze süregelen zamanda gök ve yer arasında var olan her şeye vurgu var. Ölüm de bunlardan birisi. Mesela Fatma Abdulhadi’nin annesinin “Fesleğen kokusu cennet kokusudur” sözüyle ortaya çıkardığı “I wish you in heaven (Cennette olmanı diliyorum)” eseri; Suudi Arabistan’daki yas kültürünü, maneviyat ve duyu ilişkisini cem ederek izleyenlere sunuyor.
Kabe örtülerini tek parça görün
Bienalde, Türkiye Yazma Eserler Kurumu’ndan beş yazma eser sergileniyor. Aynı zamanda 2. Mahmut zamanında üretilmiş Mescid-i Nebevi örtülerinin yanı sıra yine İstanbul’da üretilmiş Kabe Altın Oluk’u da ülkemizden kutsal topraklara hediye edilen objeler arasında yer alıyor. Bienal boyunca İstanbul ve Türkiye vurgusunun sıkça yapılması bir dönem hakim olduğumuz bu topraklara verdiğimiz yüksek değeri de bir kez daha hatırlattı. Tabi Osmanlı-İslam kültürüne ait olup ülkemizde sergilenmeyen eserleri görme şansımız oldu. Dünyaca meşhur seyyahımız Evliya Çelebi’nin çizdiği Nil Nehri ve Fırat-Dicle'yi çizdiği iki ayrı haritalar Katar ve Vatikan'dan Cidde’ye geldi.
Geçtiğimiz yıla nazaran daha çok eserin sergilendiği bienalde, çağdaş eserler önemli yer tutuyor. Neden böyle diyorum? Çünkü bu çalışmalara baktığınızda binlerce yıl önce indirilen bir kitabın ve dinin verdiği mesaj, Allah’ın varlığı, birliği ve merhameti anlatılıyor. İlerleyen satırlarda yer vereceğim örnekler ve bienalde konuştuğum sanatçılar ne demek istediğimi net bir şekilde sizlere sunacak.
Bienal; Al Bidayah (Başlangıç Noktası), Al Madar (Döngü), Al Muqtani (Koleksiyoncu) ve Al Midhallah (Gölgelik) isimli dört ana bölümden oluşuyor. Sergi alanının ilk uğrak yeri olan Al Bidayah’ta sizi dünyanın farklı ülkelerinden Kabe’ye hediye edilen el yazması Kur’anlar karşılıyor. Hemen karşısına konumlanan Kabe merdiveni, birazdan karşılaşacaklarınızdan habersiz sizi selamlıyor. Ardından, İstanbul’da üretilen Altın Oluk’u gördükten sonra İhlas Suresi eşliğinde, geçtiğimiz salonda, geçen yıl değiştirilen Kabe örtülerini, orijinal haliyle bizi karşıladı. Kabe’yi görme hissiyle dolduğunuz o anın tarifi çok zor. Normalde hediye olarak çeşitli yerlere ve isimlere gönderilen örtünün ilk kez yekpare sunulması ise bienale özgü…
Bebekler de İslam sanatına kayıtsız kalmadı
Al Bidayah’ın ilerleyen bölümlerinde yer alan modern eserler, güçlü girişi destekler nitelikte. Nour Jaouda’nın “Before the Last Sky (Son Semadan Önce)” eseri, namazın rükunları olan rükû, secde ve son oturuşu simgeliyor. Bunu ise seccadeyle simgeselleştiriyor. Gruptakilerin büyük çoğunluğunun beğendiği bu eser, boşlukları ve düzensizliğiyle de insanın faniliğine ve kusurları üzerine mesajlar taşıyor. Suud sanatçı Saeed Gebaan’ın “Nefes” isimli eseri, hem sadeliği hem de taşıdığı anlamla bienalin belki de en duygusal eserlerinden birisi bence. Küratörlerden Muhannad Shono’nun davetiyle bienale katılan Gebaan, aylarca üzerine çalıştıkları eserinden bana şöyle söz etti: “Nefes; dil, maneviyat ve kolektif deneyim arasındaki etkileşimi keşfediyor. Altın ipliklerin senkronize olarak yükselip alçalması, nefesin ritmini yansıtıyor. Bilinçsizce ama hepimizin paylaştığı bir hareket… Tıpkı toplu ibadet gibi. Cidde’nin kültürel bir kavşak olarak sahip olduğu dil mirasından ilham alan bu eser, konuşmanın kutsallığını ve zaman içindeki dönüşümünü ele alıyor. Ziyaretçilerin tepkileri ise hem derin hem de beklenmedikti. Birçok kişi eserin meditasyon hissi uyandırdığını ve onu ibadetle, nefesin maneviyatıyla ilişkilendirdiğini ifade etti. Ancak en dokunaklı tepkiler bebeklerden geldi. Aileler, henüz entelektüel düzeyde anlamlandıracak yaşta olmayan çocuklarının bile eserin hareketinden büyülenerek, neşe ve hayranlıkla tepki verdiğini gözlemledi. Bu, Nefes’in içimizde bir şeylere hitap ettiğini, dil, yaş ve aklın ötesinde, derinlemesine insani bir seviyede yankılandığını bir kez daha gösterdi.”
Yedi kat semayı deneyimleme şansı
Yine aynı bölümde yer alan Abdelkader Benchamma’nın “Between Each Sky (Göğün Katmanları Arasında)” eseri, bakıldığında anlaşılması güç bir eser. Neyseki yanımızda olan sanatçı meraklı gazetecilerin sorularını tek tek yanıtladı. Mesela eser bana anne rahmini andırırken, Fransız gazeteci Sarah için bir mağaraydı. Bulunduğu yerde ortaya çıkan eser, bir duvarın üzerine yapılmış çizimlerden oluşuyor. Yedi mermer sütunla desteklenen çalışma, yedi göğü temsil ediyor. Ben değil o anlatsın eseri: “Çalışmaya en arkadaki duvardan başladım. İki asistanımla çalıştığım eser, yavaş yavaş alanı kapladı. Benim için bu eser, kompleks ve canlı bir organizma gibi. Burada doğanın farklı evrelerini görebilirsiniz; suyu, yer kabuğunu, bitkisel hareketleri... Aynı zamanda pencereler, bilim kurgu unsurları ya da hafızadan gelen parçalar gibi görünüyor. Bütün bunlar bir araya gelerek farklı gerçeklik katmanlarını anlatıyor. Kur'an'da Allah’ın yedi göğü ve yeri yarattığına dair bir ayet var. Yedi sayısı çok eski kültürlerde de sihirli bir sayı olarak görülür. Bu fikri seviyorum çünkü bizim dünyamızdan sonra ne olduğunu sorguluyor. İnsan gözüyle göremediğimiz dünyayı tahayyül etmeye çalışıyor. Biliyoruz ki galaksimiz başka bir galaksinin içinde, o da bir süper kümenin içinde ve bu böyle devam ediyor. Yedi sütun seçmemizin nedeni bu. Yedi sayısı güçlü bir sayı. Sütunlar ise mermerden yapıldı. Mermer, metamorfik bir taş. Yani farklı elementlerin birbiriyle kaynaşmasını sağlayan bir yapıya sahip. Bu da dönüşüm ve hatıraları anlatan bir taş.
Abdelkader’e anne karnı benzetmemden bahsedince ise şu yorumu yaptı: “Evet, bazı insanlar bunu bir vücudun içine girmek gibi hissediyor. Ben daha çok sihirli bir mağara yaratmayı düşünmüştüm. Ama bu iki kavram benzer aslında, çünkü mağaralar birçok mitolojide doğuşun ve inançların beşiği olarak görülür.”
Durmayan ama dönüşen zamana atıf
Bu bölümün beni en etkileyen eseri, İtalyan sanatçı Arcangelo Sassolino’nun durmaksızın dönen devasa, siyah boyalı dairesi oldu. “Memory of Becoming” isimli bu eser, tüm sadeliğinin altında taşıdığı o derin anlamla beni kendisine bağladı. Peki Sassolino ne anlatıyor bu eserde dinleyelim: “Bu, asla kurumayacak bir malzeme. Aslında bir bakıma, ayaklarımızın altındaki maddeyle aynı şey. (Petrolü kastediyor) Bu çarkın 24 saat boyunca dönmesi gerekiyor. Asla duramaz. Eğer durursa, her şey çöker. Dönme hareketi, malzemenin akışına yardımcı oluyor. Sanki bir tuval üzerindeki boya sıvı hale gelmiş gibi. Bence sıvılar, bir şekilde zamanı temsil ediyor. Çünkü kararsız bir madde; sürekli değişiyor. Ve aynı zamanda yaşadığımız anı da simgeliyor, yani toplumumuzun karmaşıklığını. Ben istikrarsızlıkla çok çalışıyorum. Gördüğümüz şeylerin sürekli değişmesini seviyorum. Önceki halinden bir iz bırakıyor ama hep başka bir şeye dönüşüyor. Ve bakın, ara sıra bazı damlalar kayboluyor.”
Yorum Yaz