Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
"Bana ilk ve son defa bahşedilen bir hayatım var;
onu bir bütün olarak yaşamalıyım diye bir gayret içerisindeyim.
Hayatım içinde kendime yönelttiğim
ya da kaçınamadığım kimi sorularım var;
derdim bu sorulara sahih cevaplar bulabilmek." - Cemal Şakar
Yazarlık yeteneğinin "hain" tarafı, yazar kişisinin onu bütünüyle elde ettiğine/ele geçirdiğine emin olduğu o büyülü an’da ortaya çıkar. Bu antik çağ söylencesi, kalemin sahibine doğru hamlesini yapar aslında. İkaza benzese de, doğrudan sınanma’dır. Yazar sınanır. Ona bahşedilen yetenek, elindeki görkemli meşalesiyle vadilerde, pazarlarda, saraylarda şaşkın şaşkın dolaşarak "ateş satması"yla ilgili değildir. Meşalenin ardında yazarın yüzü gölgelenir. Ateş karanlıkla hizalanır, yazar hep sınanır. Kelimeleri, doru atlar gibi kırbaçlayarak sonsuz ahenge ulaştırmaya çabalarsın. Çaba, kalem sahibinin azığıdır, o uzun yolu yürümenin başka mümkünü yoktur. Yazarlık, yeteneklerin en hainidir. Seni terk eder ansızın, terk ettiğini bile anlamazsın. İlgine, tutkuna, arzuna başka eş-ortak istemez.
Paul Valéry’nin deyişiyle; "ilk dize Tanrı’dan," sonrası ilhamın sınırlarını aşarak gelip alın terine dayanır. Evet, ilk satır da Tanrı’dan. Yazar doğal hükümlüdür. Cemal Şakar, bu işin en zor kısmı olan -hainliğe meyyal- o ilk 40 yılı yürümeye mazhar olmuş, Türk edebiyatının en uzun yola hükümlü yazarlarından biri. Böyle başlayabiliriz belki. Onun meşale ardında gölgelenen yüzüne aşinayız zaten. "Öykücü" elbette, fikirle arasını sıcak tutan öykücü. Ama önce kalem sahibi, yazar. Önce’yi, öyküye ve fikre baktığı yer anlamında konumlandırıyorum. Kendi anlatı evreninde, kurmaca ve düşüncenin aynı anda hayat bulduğu o meşru alan, teknik olarak yaşantısını belirleyen alan’dan ayrı bir yerde durmuyor zaten. Konuştuğu tek alan var ve o alan’ı -hayatını hesaba katarak- sipere değil meydana benzetmek mümkün. Sanatçıyla vaiz arasındaki farkı bilerek çıkmıştır bu meydan’a üstelik.
Şakar ilk öyküsünü (1982) Konya merkezli Güldeste dergisinde yayımladığında, birçoğumuz dünyanın acı oksijenini henüz minik ciğerlerimize çekmemiştik bile. Ama "eski" yazarın; kıdem sahibi unvanıyla oturmayı pekâlâ tercih edeceği postundaki yerini her zaman yadırgayacağını biliyoruz. Kıdemsizlerden öğrenmeyi ayıp saymayan, söz gelimi genç şairlerden de ilham alan ve yalnızca metnin gücüne değer atfeden, daima dinç zihniyle var olduğuna şahitlik ettiğimiz doğrudur. Kendi personasını kurşunlayan bir yazardan bahsetmiyoruz elbette. Nihayetinde ciddiyetin ne’liğini yanlış anladığımızı varsayabiliriz burada.
Büyük ciddiyetle meselelerini tartan, kulağı kendi sesiyle dolmamış, liberal masallara mesafeli, çağın ortasından konuşan, mesela biçim sıkışıyorsa bunu içerikten bağımsız fark eden, çözümlemelerini aynı ciddiyetle yaparak, kalem sahibine yakışan vakar’ı taşıyan ama bütün bunlar olurken kendini "ciddiyetle" çürütmeye razı olmayan o persona. Evet, kurşunlanması lüzumsuz olacaktır öyleyse. Bilinir ki Cemal Şakar iki şeyle kaimdir derdi zaman; dil işçiliği ve sistemli çapraz okuma. Neredeyse genç yazarlara küçürek vasiyetname. Yazar denilen o metinlerarası kişi’ye her geçen gün daha çok benziyor bu yüzden Şakar. Ama çizgileri asla kaybolmuyor, zihnen zenginleşiyor ama dille aynılaşmıyor, etkileniyor ancak tek taraflı beslenmiyor, izlerinden vazgeçtiği an’da biliyor çünkü; sadakatle yükümlü olmayan en "hain" yetenekle sınanacak. Yazar ki, her dönemeçte, her kitapta hatta her öyküde/yazıda yeniden sınanır. Usta, ustalaşmayacak kadar ustalık bilmelidir. Kendi ortalamasıyla kavga etmekten kaçınmayan Şakar’ın ustalığı da buralara aittir.
Şakar'ın anlatı evreninin parça’ları
Yazı hayatını iki temel sütun üzerine bina etse de, bu sütunları her seferinde yeniden tanımaktan imtina etmeyen, üretmenin kıskacında değil, kendiliğin anlamında bekleyen, kelimenin tam anlamıyla velüd, bereketli bir yazardan söz ediyoruz. 40 yıllık öykü macerasının, değişim, dönüşüm ve izleklerini Bir Avuç Dünya adlı toplu öyküler kitabında görebilmek mümkün. Görülebilecek şeylerin hülasası; biçimsel yeniliklere her zaman açık, içeriğini-tema’sını insan merkezli meselelerden alan, durumların içinden şiirin gücüne doğru; bilmeceler, oyunlar, numaralarla ilerleyen, dil işçiliği titiz, okurundan zihinsel kondüsyon talep eden, birbirine benzeyen birbirinden farklı, gelenek ile postmodernizmin arasında salınan ruhu "temiz" cevval öyküler. İnsan merkezli izleğinin üç ana durağına gelirsek, sırasıyla; bireyin açmazları, ümmetin açmazları, toplumun açmazları. Bu üç açmaz aynı anda bir Meksika açmazına dönüşerek çözümsüzlüğün çözümüne ulaşmıyor elbette. Her açmazın bu kronoloji bağlamında kendi sosyolojisi var. Yazarın içinde bulunduğu duygu durumu ve ruh halinden de bağımsız değil bu açmazlar. Nihayetinde öykülediği şey, ideolojiden itinayla arındırılmış, mesajı küçümseyen "anlatılar" değil, toplumcu kavramıyla tam eşleşmeyen insanlık derdine talip gerçek "durumlar"dır.
Şakar’ın 2011, 2012, 2016 yıllarında yayımladığı; İmge, Gerçeklik ve Kültür, Edebiyatın Sırça Kulesi ve Edebiyat Ne Söyler adlarını taşıyan fikir-eleştiri kitapları ise, üzerinde durulmayı, konuşulmayı, tartışılmayı fazlasıyla hak eden içerikleriyle dikkat çekicidir. İmge, Gerçeklik ve Kültür’deki; anlam, simge ve yabancılaşma eksenindeki kültürel paganlaşmanın sorgulanması bahsi ile Edebiyatın Sırça Kulesi’ndeki vahiy, sanat, ikon ve hakikat kavramlarıyla tahkim edilmiş, görsel kültürü anlamaya yönelik derin eleştirel bakışa eşlik eden Edebiyat Ne Söyler kitabı; hem bu iki kitaptaki başat meseleleri derinleştirmesi, hem de edebiyat merkezli taze bir düşünce/eleştiri mevzisi kazarak, sorgulamalarını yeni ve nispeten daha ferah bir alan’a doğru konumlandırması açısından mühimdi.
Birbirini tamamlayan/tanımlayan bu üçlemenin büyük çatısının -doğal olarak- modernitenin çıkmazları üzerine kurulduğunu da hassaten belirtmek lazım. Moderniteyle hesaplaşmak bu noktada yazar için bahse konu üç kitabında da görüleceği üzere; bir derd-i mutlak. Şakar’ın düşünce evrenine nüfuz etmek için bu üçlemeye ek olarak, yazarlık hayatı boyunca verdiği röportajların toplamı olan Dile Kolay ve Bir Avuç Dünya adlı iki ciltlik toplu öyküler kitabı, onun zihin dünyasının şemasını çıkarmak için okura lazım olan en temel malzemeler. Dile Kolay ile Bir Avuç Dünya arasındaki çengel köprüleri gördükçe, yazarın söz aldığı alan’a temas etmeniz kolaylaşacaktır. Yazar ki tartıya çıkmaktan çekinmez, yıllar içinde değişen "ağırlığını" bilir çünkü.
Hikâye devam ediyor
Muhacir bir ailenin çocuğu olarak 2 Şubat 1962’de, Ömer Seyfettin’in şehri Gönen’de doğan Şakar’ın, çocukluk-ilk gençlik yılları Balıkesir’e, üniversite yılları Ankara’ya, son dönemleri ise İstanbul’a aittir. Balıkesir, Ankara, İstanbul ekseninde hep kendini adımlayan, mekân aidiyeti dostlarından ibaret bir yazar. Şehirsiz değil, taşrayı bilen bir şehirli. Kemal Tahir’in Yeniçınar Yaylası’yla başlayıp, kıtalar dolaşan okuma evreninden kendine düşen payı arayan, dünyadan vazgeçse de dünya görüşünden vazgeçmeyen, 90’larda yakaladığı özgün sesine sürekli yeni seslerle mukabele eden, ismine nispetle güzel, kalemine nispetle velüd, Cemal Şakar. Herkes bir ses arar, çok azı ne aradığını bilir, nadirattan sayılan ise kendi sesini bulmaktır. Şakar’ın "sesi" ilk bakışta tanınır. Şurası kesin, hayat, kalemini kendi dünyasıyla kuşananlar için kavga’ya değer. Hikâye devam ediyor.
Yorum Yaz