Balkanların beyaz şehri: Belgrad

SEYAHAT

 

Her yolculukta yeni yerler, yeni insanlar keşfederiz. Yanına yaklaştığımızda, daha önce o insanlar veya yerlerle ilgili dağarcığımızdaki bilgileri yoklarız. Fazlalıkları atarız. Toplamını eleriz. Gördüklerimiz ve duyduklarımızla da birleştirip bir kanaat ediniriz. Önceden olumsuz ‘rezerv’ koyduğumuz pek çok şeyin de sağlamasını yapmış oluruz.

 

Sözü nereye getirmek istiyorum? Elbette, yazımızın konusu olan Belgrad’a, yani Sırpların deyimiyle “Beyaz Şehir”e… Bugün, 1 milyon 374 bin kişinin yaşadığı Belgrad’a neden beyaz şehir deniliyor? Sırpçada “Beyaz Şehir” (Beo-Grad) anlamına geliyor Belgrad. Evliya Çelebi’ye göre çok fazla minare olduğu için bu ismi alıyor şehir –her ne kadar bugün minare yoksa da… Bir diğer rivayete göre kale surlarında yer alan beyaz renkli taş duvarlar nedeniyle bu isim verilmiş şehre. Yine başka bir rivayete göre ise kışları çok sert olduğu ve uzun süre kar altında kaldığı için…

 

Osmanlı’nın mührü

 

Belgrad isim olarak ‘beyaz’ bir şehir olabilir ancak 65 civarındaki parkı, geniş ve ağaçlı caddeleri ile yemyeşil bir şehir. Bugünlerde azgın bir inşaat faaliyeti ile Tuna’yı neredeyse yutacak olan şehir, büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın “Türk’ün gönlünde dağ varsa Balkan’dır, nehir varsa Tuna’dır” sözlerini her adım attığınızda yeniden hatırlatıyor.

 

Belgrad, Osmanlı’nın Balkanlar’a vurduğu mühürlerden biridir. Her ne kadar Tuna ve Sava nehirlerinin kesişme noktası olan –hatta kavuştuktan sonra bile suları ayrı renkte akan- bu muhteşem şehir tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu ev sahipliği elbette sulh yoluyla olmamış, olağanüstü coğrafyası ile her dönemde iştah kabarttığı için iktidar mücadelelerine sahne olmuştur. O kadar ki, Fatih Sultan Mehmed’in kuşattığı ancak düşüremediği, Osmanlı Kızıl Elma mefkûresinin kilit şehrini fethetmek Kanuni Sultan Süleyman’a nasip olmuştur. O sebeple, Belgrad, Osmanlı’nın Orta Avrupa’ya açılan kapısı olmuş ve “Darül Cihad” adını almış, bazen de “Tuna Belgrad”ı olarak anılmıştır. Hatta bir söylenceye göre, Sava ve Tuna’nın birleştiği bölgede, kalenin tam altına gelen kısımda Attila’nın mezarı vardır.

 

Tuna Nehri akmam diyor

 

M.Ö . 4. yüzyılda Keltler’in yerleştiği ve Silgidun adını verdiği, 5. yüzyılda Slavların ele geçirmesiyle “Beograd” olarak anılan şehrin tarihini anlatmayı tarihçilere bırakarak, sokaklarını, caddelerini, tarihi yerlerini, anıtlarını tanıtmaya çalışalım: Yukarıda değinmiştik; Belgrad’ın en önemi hatta kıymetli değerlerinden biri hiç şüphesiz Tuna Nehri’dir. Adını Roma “Nehir Tanrısı” Danuibius ya da Danube’den alan Tuna, uzunluğu itibariyle (2.850 km.) Avrupa’nın en uzun ikinci nehridir. Avrupa’nın en uzun nehri 3.530 km. ile Volga (Rusya sınırları içindedir ve bizdeki adı İdil’dir) nehridir. Tuna’yı önemli kılan özelliklerden biri de tam Belgrad’ın ortasına geldiğinde 990 km. uzunluğundaki Sava Nehri ile buluşmasıdır. Belgrad Kalesi’nden bakıldığında bu iki sevgilinin kucaklaşması muazzam bir görüntü vermektedir. Güney Almanya’nın Schwarzwald (Kara Ormanlar) bölgesinde doğan Tuna, 10 ülkenin (Almanya, Avusturya, Slovakya, Macaristan, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna) topraklarını beslemekte ve nihayetinde Karadeniz’e dökülmektedir. Bir anekdot daha verelim: 120 küçük nehir Tuna’ya can suyu vermekte ve nehrin gücüne güç katmaktadır. Tuna Nehri için bu ülkelerin şairleri tarafından çokça şiir kaleme alınmıştır ancak Yahya Kemal’in “Akıncı” şiirindeki kadar hiçbiri etkili olmamıştır:

 

“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,

 

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik,

 

Haykırdı ak tolgalı beylerbeyi ‘İlerle’

 

Bir çığ gibi geçtik Tuna’dan kafilelerle…” 

 

 

 

Bir de “Tuna Nehri Akmam Diyor” diye bilinen “Plevne Marşı” elbette:

 

 

 

“Tuna nehri akmam diyor

Kenarımı yıkmam diyor

Şanı büyük Osman Paşa

Plevne’den çıkmam diyor…”

 

 

 

‘Stampol Kapija’

 

Belgrad’ı gezmek için bu tarihi şehrin merkezinde irili-ufaklı pek çok noktadan söz edebiliriz ancak çevreden merkeze gelmek daha doğru bir yöntem olacaktır. Belgrad Kalesi ’nden başlayalım: Tarihin ve modern hayatın iç içe geçtiği Belgrad’ı çevreleyen Kalemegdan, Tuna ve Sava nehirlerinin kesiştiği noktada inşa edilmiş. İçinde barındırdığı bütün medeniyetlerden izler taşıyan kale, Osmanlı’nın fethinden sonra Kale Meydanı olarak isimlendirilmiş, bu ad Sırplar tarafından da benimsenmiş ve bugün hâlâ Türkçe ismi ile “Kalemegdan” olarak anılmaktadır. Kalemegdan’a, Sırpların “Stambol Kapija” (İstanbul Kapısı) ismini verdikleri kapıdan girelim. Bu kapının sağ ve solunda yer alan kılıç resimlerine de dikkat ederek… Bizi ilk olarak Saat Kulesi, biraz daha ilerleyince “Mora Fatihi” olarak bildiğimiz Silahdar Damat Ali Paşa’nın türbesi karşılar. Fakat ne yazık ki türbenin pencerelerine bağlanan çal-çaput ve adak dilekleri kötü bir görüntü vermektedir. Ayrıca pencereden içeri bakıldığında ise TİKA tarafından restore edilen yapının içi bir mezbeleye dönmüştür. Aynı istikamette yürüdüğümüzde bu sefer Defterdar Kapısı’nın hemen yanında Sokullu Mehmed Paşa Çeşmesi’ni görürüz. Sokollu (Sokoloviç) Mehmed Paşa (d. 1505- ö.1579), Sırp asıllı bir devşirme olarak Osmanlı’ya büyük hizmetlerde bulunmuş ve üç padişaha sadrazamlık yapmıştır.

 

Şehri kuşbakışı seyredebileceğimiz bir noktada olan Kalemegdan’da Kanuni Köşkü olarak bilinen büyükçe bir yapı ile Sırplar’ın “Türkler’den kurtuluş şerefine” yaptırdıkları Viktor Heykeli de bu bölgede yükselmektedir.

 

Tarih bilinci canlı

 

Kalemegdan’dan çıkar çıkmaz bir yol karşımıza çıkar. Yolu geçer geçmez ise İstanbul’daki İstiklal Caddesi’ne benzer bir cadde karşılar bizi. Dünyanın hemen hemen her tarihi şehrinde bulunan caddelerden biridir. Knez Mihailova olarak bilinir. Adını, Sırpların Osmanlı’ya karşı bağımsızlıklarını ilan etmelerinde önemli bir rol oynayan Mihailo Obrenoviç’ten almaktadır. Sağlı-sollu mağazaların olduğu, arka sokaklarında yeme-içme mekânları bulunan bir eğlence, kültür ve tarih caddesi olan Knez Mihailova, Belgrad’ı ziyarete gelenlerin başlıca uğrak noktalarından biri; günün her saati yerli ve yabancı insanlarla tıklım tıklım… Sokak çalgıcıları, karikatüristler, ressamlar, Putin resimli hediyelik eşya stantları cadde boyunca müşterilerini bekliyor. Türk kahvesine çok yakın bir tadı olan “domaça kafa” ve gazlı su ile biraz serinledikten sonra yol bizi “Trg Republike”ye yani Cumhuriyet Meydanı’na çıkarıyor. Meydan neredeyse şehrin kesişme noktası. Tramvay ve hâlâ işleyen troleybüsler kadar yayalaştırılmış meydanda vakit geçiren insanların ağır hareketleri de dikkat çekiyor. Sırpların çok önem verdikleri Ulusal Müze, Tarihi Opera Binası ile Mihailo Obrenoviç’in at üzerindeki heykeli de meydanı tamamlıyor. Unutmadan, yolunuz Cumhuriyet Meydanı’na düşerse, bu bölgeyi tamamlayan daha küçük ve şirin bir yer olan Teraziye Meydanı’nı da mutlaka görün deriz… Osmanlı su terazileri bu yerde kurulduğu için adıyla, Teraziye Meydanı diye bilinmektedir. Ama meydanı anlamlı kılan bir yapıdan da söz etmemiz gerekiyor. Bir yerlerden hatırlar gibi oluyoruz bu görkemli binayı. Biraz daha yaklaşınca yıldız gibi parlayan ismini görüyoruz: Otel Moskva! Bina Belgrad’ın simgeleri arasında yer alır ve Sırp başkentinin en önemli mimari yapılarından biridir. Kral Peter I. Karadjordjeviç tarafından 1908 yılında açılan ve bir asırdan fazla süredir yaklaşık 50 milyon kişinin ziyaret ettiği otelde hiç susmayan klasik piyano resitali eşliğinde el yapımı “Moskva snit” tadıp Türk kahvesi yudumlayabilmek mümkün. Devlet koruması altında olan ve Belgrad’da tek 13 numaralı odası veya dairesi olmayan bu tarihi bina nice kralı, politikacıyı, iş insanını ve sanatçıyı (Nobel ödüllü Ivo Andric, Thomas Edison, Albert Einstein, Nikola Tesla, Roman Polanski, Alfred Hitchcock, Woody Allen, Muammar Kaddafi, Richard Nixon vb.) misafir etmiştir.

 

Tesla adına müze

 

Yeri gelmişken, şehrin biraz uzak noktasında kalan ama mutlaka görülmesi gereken bir yerden de söz etmek isteriz; “Nikola Tesla Müzesi…” Nikola Tesla (1856-1943), aslen Hırvat asıllı Amerikalı bir bilim insanıdır. Alternatif akım (AC), Tesla bobini, florasan lamba, mikrodalga fırın, radyo, elektrikli motorlar ve üç fazlı AC sistemi, manyetik alan teorileri ve enerji aktarımı gibi pek çok buluşun mucidi olarak tanınan Tesla adına inşa edilen müze gece saat 22.00’ye kadar bir rehber eşliğinde gezdiriliyor ve Tesla’nın icatları anlatılıyor. İlginç ve bir o kadar da örnek bir deneyim olabilir.

 

Küçük bir şehir olmasına rağmen bu şirin ve güzel şehrin akşamları da çok renkli… Sırplar eğlenmeyi çok seviyor. Uzun akşam yemekleri, müzikli mekânlar şehrin hemen her köşesine yayılmış durumdu. Kale civarındaki lüks restoranlar kadar küçük mekânlar da tıklım tıklım doluyor. Hele şehrin çeperlerine yayılmış olan Skadarlija’dan söz etmeden geçemeyiz. Belgrad’ın en bohem köşelerinden biri olan Skadarlija, turistlerin uğrak yeri. Eskiden İstanbul’daki Küllük, Marmara Kıraathanesi, Rejans, Çiçek Pasajı’nın misyonunu üstlenmiş olan Skadarlija bölgesi, günün her saati canlı. Sırp lezzetlerinin sunulduğu “kafana”lar, tavernalar, küçük, dar ve çiçekli sokakları tamamlıyor. Bizim Arnavut kaldırımı dediğimiz ancak Sırplar’ın Türk Kaldırımı olarak isimlendirdiği taşlı yollarda yürümek oldukça keyifli. Avrupalılar için modern ezgilerin, yerli misafirleri için Balkan müziklerinin, Türkler içinse “Osman Aga”lı Türkçe şarkıların havada uçuştuğu sokak, Boşnak köftesi olarak bilinen “Cevapi” sevenlerin de tercih ettiği bir bölge…

 

Eski adıyla Yugoslavya’nın dünyaca ünlü Nobel Ödüllü romancısı Ivo Andriç’in yaşadığı ev, tarihi postane, cumhurbaşkanlığı köşkü, parlamento binası, Kral Aleksandıra Bulvarı, Aziz Mark Kilisesi, Taş Meydan Parkı derken… Şehrin tek ve faal camiine yolumuz düşüyor. Tek kubbesi ve tek minaresi ile daracık bir sokakta dev binaların yuttuğu “Bayraklı Camii” (Bajrakli Djamica)’nin ne zaman ve kim tarafından yapıldığı bilinmiyor ancak 1575 yıllarına tarihlenebiliyor. Yolu düşenlerin, bir zamanlar Osmanlı’nın kalbi olan, Budin’den sonra en fazla camisi bulunan (21) Belgrad’ın bu hüzünlü mabedi görmelerini şiddetle salık veririz.

 

İçimizin yangını Karlofça

 

Karlovci veya Osmanlıca adıyla Karloviçe; bugünkü adıyla Karlofça, Belgrad’a bağlı bir kasaba. Osmanlı’nın ölüm fermanının imzalandığı yer. 26 Ocak 1699’da Osmanlı’nın ölüm fermanın imzalandığı (Karlofça Antlaşması) alanda şimdi bir kilise yükseliyor. Sırbistan’ın kuzeyinde, Voyvodina bölgesinin içinde içinde yer alan 8700 nüfuslu bu küçük kasaba, sanki eski kibrini yaşıyor gibi ayakta… Karlofça’nın Osmanlı idaresine geçmesinde, bölgedeki ünlü Türk komutan ve idareci Bali Bey etkindir. Onun zamanında, 1521 yılında civarıyla beraber Karlofça, Türk egemenliğine alınmıştır. Osmanlı döneminde Karlofça nüfusu Sırplar ve Türklerden oluşmuştur. 16 Kasım 1698’de başlayıp 26 Şubat 1699 tarihinde sona eren görüşmeler sonucunda burada Karlofça Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma, Osmanlı ile bölge ittifakı (Kutsal Roma Cermen İmparatorluğuVenedik CumhuriyetiLehistan-Litvanya BirliğiRus Çarlığı) arasında imzalanan bir antlaşmadır.

Yorum Yaz