Raf ömrü tükenen insan ve çürüme

Köşe Yazıları Güncel

 

Materyalizmin ya da kapitalizmin modern çağ ile başladığını düşünenlerin, Habil ve Kabil kıssasını pek de dikkatli okumadıklarını düşünebiliriz. İki kardeş arasındaki rekabetle başlayan “dizinin” ikinci sezonunda, endüstri devrimi ele alınmıştı. Reyting rekorları kıran, en hızlı ve heyecanlı şekilde akan üçüncü sezonda ise dijital devrim işleniyordu. İlk sezonda yavaş ve sakin ilerleyen hikaye, ikinci sezonda izleyenleri şaşırtacak kadar hızlanmıştı. Üçüncü sezonda ise işler biraz karışmıştı. İzleyen ve izlenen iç içe geçmiş ya da birbirine karışmıştı. Üçüncü sezonun ne zaman biteceği, yeni sezonun ne zaman başlayıp neler getireceği konusunda net öngörüler yok gibi. 

İnsanın, ardından bir şeyler bırakma, ölümsüz olma isteği çok eskiye dayanmakta. Dijital topluma geçmekle beraber bu istek tutkuya dönüştü. O tutkunun insanı getirdiği son nokta, özne olarak seçen konumundan çıkıp nesne gibi seçilme konumuna sürüklenmesiydi. Bireyleşme ve özneleşme yolunda sağlıklı ilerleyememenin neticesi, üretenin ürüne dönüşmesiydi. İzleyen ve izlenenin aynı kişide toplanması, yeterince karmaşa doğurmamış gibi, üreten ve ürün aynı kişide birleşti. "Kim" sorusu yerine "ne" sorusunun karşılığı olmaya başladı insanlık. Herkesi, virüs gibi etkisi altına alan kendini sunma arzusu ve sergileme çabası ruhları eşyalaştırdı. Bilmek yerine bilinmek, bir haz vesilesine dönüştü. 

İnsanın ürüne dönüşmesinde kendi katkısı büyük oldu. Kimlik inşa etmede kilit taşı olan “kabul görme güdüsü”, kimlikleri yok eden bir dinamikti artık. Her türlü tüketim malzemesi/ ürün en başta pazarlanmaya ihtiyaç duyar. Birileri tarafından kabul görmedikçe tüketilmez. Derinlerden gelen ilkel bir “kabul görme” dürtüsü, insan davranışlarını şekillendirmekteydi. Kim tarafından, daha da önemlisi “niçin kabul görmek” sorgulaması zihinlerin gündeminden düştü. 

İnsanın tüketim çılgınlığına sıklıkla dikkat çekilirken, tüketilme çılgınlığı dikkatlerden kaçıyordu. Herkesin bulunduğu platformlar, simülatif raflara dönüşmüştü. Sohbet ortamlarında, karşıdakini anlamaya dair gösterilen çabanın katbekat fazlası, kendini anlatmaya yönelik gösteriliyordu. Lafın dönüp dolaşıp anlatıcının kendine getirildiği sohbetlerde “anlam” otobanda ters yönde ilerleyen bir araba kadar kazaya, hasara açık hale gelmişti. 

Ürünleşen insanın yerleştiği raftan söz ediyorsak, “raf ömrü”nden de söz edebilirdik. İnsanoğlunun kendini ürün rafına yerleştirdiği çağda, benliğine layık gördüğü değer, bir atıştırmalık olmaktan öteye geçemiyordu. “Garnitür insan”ın raf ömrü gittikçe kısalıyor, içinde biriken asit artıyordu. Sevmeyen ama hep sevilmek isteyen “garnitür insan” her zaman ona biçilen sürede tüketilemediği için kapağı sıkıca kapatılsa dahi kavanozda içten içe çürümeye devam ediyordu. Tadı acılaştıkça acılaşıyordu. Rafa gelen yeni ürünlerden rahatsızlık duyuyordu. Panik duygusu artıyordu. Kabul görmemeye dair öfkesi her haline yansıyordu. En acısı ise, raf ömrünün bittiğinin kendisi de farkında değildi.

  

Yorum Yaz