Litros Sanat
Türkiye'nin Dijital Kültür Sanat Gazetesi
Maraş’tan, akşam üzeri yola çıkıyoruz. İki buçuk saat sonra Adıyaman’a ulaşacağız. Aracımız karanlığın içinde akıp giderken, iki yıl önce bu yolun nasıl da aşılamadığını düşünüp duruyorum. Kış şartlarından ötürü arabalar buzun üstünde kayarak gitmiş, depremin yollarda bıraktığı hasar pek çok kazaya sebep olmuş, bu kazalarda afet bölgesinde acil ihtiyaç duyulan ambulanslar ve iş makineleri de varmış… Cümlelerin -miş’li geçmiş zamanla kurulması, yaşananları geçmişte bıraktı mı? Bırakmadı. Bırakmayacak. Bırakmasın. Zihnimi susturmak için ne olduğunu tam çıkaramadığım bir şarkı mırıldanmaya başlıyorum. Çok geçmeden bu mırıltının Adıyaman’daki çocuklarla söylediğimiz Çu Çu Va olduğunu anlıyorum. Şarkıdaki komutlara hep birlikte uyarak, şifa niyetine aynı halkada dönüp duruyorduk. Depremden sonra tanıştığım gençlerin bazılarıyla birkaç saat içinde buluşacak olmak, aynı döngüsel hareketin hâlen devam ettiğinin en güzel kanıtı değil mi?
Şehre varıp otele yerleşiyoruz. Adıyamanlı gençler bizi almaya geliyor. “Abla, yine iş için mi geldin? Hani gezmeye gelecektin!” diye sitem ediyorlar. Görev yaptığımız okula vardığımızda onlar sohbete koyuluyor, ben okul duvarına yansıyan gölgelerimize bakıp kalıyorum. Sonra, mahalledeki bir çay bahçesine gidiyoruz. Fonda, yanan sobanın çıtırtısı… Gençler; deprem sonrası yaşadıkları zorlukları, şehirlerinin bugünkü durumlarını anlatıyor. Sohbetimiz duvarlarında asılı halı desenlerinden, dağlarında gezen geyiklerine kadar uzanıyor. Bu geyikli halıların en güzeli kaleye çıkan merdivenlerin yanı başındaki diyorum. Keşke oraya da gidebilsek. Bu şehri geyikleri sever gibi, geyikleri çok seven bir dostu sever gibi seviyorum. Belki de bunun için Adıyaman bana hep dost yüzünü gösteriyor.
Ertesi sabah, Kadın ve Demokrasi Derneği’nin Adıyaman K2B Konteyner Kenti’ndeki programına katılıyoruz. Dostluğun emek vererek, zamanla inşa edildiğini buradaki çalışmalarda bir kez daha görüyoruz. Psikolojik destekten, meslek edindirmeye kadar çok sayıda sürdürülebilir çalışmayı bir arada yürüten KADEM, depremin ilk günlerinden itibaren bu şehirleri hiç yalnız bırakmamış. Öğleden sonra gideceğimiz Malatya Teknopark Konteyner Kenti’ndeki programda da aynı samimiyete şahit olacağız. Depremzedelerin hepsi evlerine yerleştiğinde de KADEM bu şehirlerdeki çalışmalarına devam edecek.
Program sonrası konteyner kentin sokaklarında yürümeye başlıyorum. Bir yıl daha geçti. Değişen şeyler var, değişmeyenler daha çok… Değişmeyecek olanlar kök salmış. Özavcı Çifti, konteynerlerinin önüne bir yer balkonu yapmış ve içini kaktüslerle süslemiş. Beni kahveye davet ediyorlar. Adıyaman tütününün olduğu sehpaya kahve fincanlarımız geliyor. Dün kızımızı bu konteynerden gelin çıkardık, diyorlar. Damatları da diğer bir deprem şehrinden, Maraş’tanmış. Kendileri sağlık memuru, kızları ve damatları doktor… Tayinleri İstanbul’a çıkan evlatlarını birkaç ay sonra ziyarete geleceklerini söyleyince, İstanbul’da kahve içmek üzere sözleşiyoruz. Kış güneşi çiçek açmış kaktüslerin gölgesini yüzlerine düşürüyor. Kaktüsleri çok mu seviyorsunuz, diyorum. Sardıkları tütüne kayıplarının acısını gizleyerek derin bir iç çekiyorlar: “Kaktüsler, konteyner kenti seviyor!”
Yorum Yaz